Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla. 1) Andolsun kuşluk vaktine, 2) Ve sükûna erdiğinde geceye ki, 3) Rabbın seni ne terketti, ne de darıldı. 4) Âhiret elbette senin için dünyadan daha hayırlıdır. 5 ) Şüphesiz Rabbın, sana verecek ve sen, hoşnûd olacaksın. 6 ) O, seni öksüz bulup ta barındırmadı mı? 7 ) Seni şaşırmış bulup ta doğru yola eriştirmedi mi? 8 )Seni fakır bulup ta zenginleştirmedi mi? 9 ) O halde sakın yetime kahretme. 10 )Ve bir şey isteyeni azarlama, 11 ) Bununla beraber Rabbının nimetini anlat. İmâm Ahmed İbn Hanbel der ki: Bize Ebu Nuaym. Esved İbn Kays'tan nakletti ki; o, Cündeb'in şöyle dediğini işittim, demiştir : Rasulullah Efendimiz (s.a.v.) rahatsızlanıp bir yada iki gece kıyama kalkmadı. Bir kadın gelip dedi ki: Ey Muhammed, senin şeytânının seni terketmiş olduğunu mu görüyorum? Bunun üzerine Allah Azze ve Celle : [Andolsun kuşluk vaktine ve sükûna erdiğinde geceye ki, Rabbın seni ne terketti, ne de darıldı.] âyetini inzal buyurdu. (Buhârî, Müslim, Tirmizî, Neseî, İbn Ebu Hatim ve İbn Cerîr Taberî) bu hadîsi muhtelif yollarla Cündeb Ibn Abdullah'tan naklederler. Bir başka rivayette de Süfyan İbn Uyey-ne, Esved İbn Kays'tan nakleder ki; o, Cündeb'in şöyle dediğini işitmiş: Cebrâîl (a.s.v.) bir süre peygambere gelişi geciktirdi. Müşrikler dediler ki: Muhammed'e veda edildi. Bunun üzerine Yüce Allah : [Andolsun kuşluk vaktine ve sükûna erdiğinde geceye ki, Rabbın seni ne terk etti, ne de darıldı.] âyetini indirdi. İbn Ebu Hatim der ki: Bize Ebu Saîd el-Eşecc ve Amr İbn Abdullah. Esved İbn Kays'tan naklettiler ki; o, Cündeb'in şöyle dediğini işitmiş : Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz bir taş atarak dedi ki : Sen ancak kanayan bir parmaksın ve neye uğradınsa Allah yolunda uğradın. Cündeb der ki : İki yada üç gece kalkmaksızın öylece kaldı. Bir kadın dedi ki : Ne oluyor şeytânının seni terketmiş olduğunu görüyorum. Bunun üzerine : [Andolsun kuşluk vaktine ve sükûna erdiğinde geceye ki, Rabbın seni, ne terketti, ne de darıldı.] âyeti nazil oldu. İfâde, Ebu Saîd'e aittir. Denilir ki : Bu kadın Ebu Leheb'in karısı Ümmü Cemil'dir. Ve yine nakledilir ki; peygamberin parmağı kanamış. Vezinli olduğunda ittifak olunan bu sözün peygamberden sâdır olduğu Buhârî ve Müslim'in Sahîh'lerinde sabittir. Yalnız garîb olan, burada bu sözün peygamberin geceleyin kalkmayı terketmesi nedeniyle söylenmiş olması ve bu sûre¬nin nuzûlü ile ilgi kurulmasıdır. İbn Cerîr Taberfnin rivayetine gelin¬ce, o der ki: Bize İbn Ebu Şevârib. Abdullah İbn Şeddâd'dan nakletti ki; Hz. Âişe Rasulullah (s.a.v.)e; ne oluyor, Rabbın sana darıldı mı? demiş. Bunun üzerine : [Andolsun kuşluk vaktine ve sükune erdiğinde geceye ki, Rabbın seni ne terketti, ne de darıldı.] ayeti inzal buyurulmuştur. Tekrar İbn Cerîr Taberî der ki: Bize Ebu Küreyb. Urve'den nakletti ki; Cebrâîl (a.s.) bir süre gecikince Rasulullah (s.a.v) Efendimize şiddetli olarak sarsıldı. Bunun üzerine Hz. Hadîce dedi ki: Senin durumundan anladığım kadarıyla Rabbının sana darıldığım sanıyorum. Bunun üzerine işte bu sure nazil oldu. Bu iki şekliyle bu hadis mürseldir. Hz. Hadîce'nin böyle söylediği zabtedilmiş değildir. Ya da bunu söylediyse üzüntü ve kederinden söylemiştir. Yüce Allah en iyisini bilendir. Ebu İshâk'ın da içinde bulunduğu seleften bazıları naklederler ki; bu sure Cebrail (a.s.)in Hz. Muhammed (s.a.v.) 'e Allah'ın kendisini yaratmış olduğu surette görünerek indirdiği surelerden birisidir. Ona yaklaşmış ayrıca tahtta iken üzerine sarkarak gelmiştir. Ve kuluna vahyedeceğini vahyetmiştir. İşte o vahyettiği şey bu suredir. Avfî, İbn Abbâs'tan nakleder ki; Rasulullah (s.a.v)a Kur'ân-ı Kerim nazil olunca birkaç gün Cebrâîl (a.s.) gelmedi. Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) bundan müteessir oldu. Müşrikler dediler ki: Rabbı ona darıldı da terketti. Bunun üzerine Yüce Allah [Rabbın seni ne terketti, ne de darıldı.] âyetini indirdi. Burada Yüce Allah kuşluk vaktine ve bu esnada beliren aydınlığa kasem ediyor sonra da : [Ve sükûna erdiğinde geceye] buyuruyor. Sakinleşip karardığında geceye. Mücâhid, Katâde, Dahhâk, İbn Zeyd ve başkaları böyle derler. Bu ifâde Allah'ın her ikisine de gücünün yettiğinin açık delilidir. Tıpkı Yüce Allah'nın : [Andolsun bürüyüp örttüğü zaman geceye, açıldığı zaman gündüze.] (Leyi, 1-2) kavli ile [Sabahı yarıp çıkarandır. Geceyi bir sükun, güneşi ve ayı da vakit ölçüsü kıl¬mıştır. İşte bu; Azîz, Alîm olanın takdiridir.] (En'âm, 96) buyruklarında olduğu gibidir. [Rabbm seni ne terketti, ne de darıldı.] Seni ne bıraktı, ne de sana kızdı. [Ahiret elbette senin için dünyadan daha hayırlıdır.] Öbür dünya senin için bu dünyadan daha hayırlıdır. Bunun için Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.), dünyada insanların en zahidi ve dünyayı en çok terkeden kimse idi. Nitekim oun siretinden bu açıkça anlaşılmaktadır. Yine Allah'ın Rasulü, dünyanın sonuna kadar dünyada kalıp sonra cennete gitmekle Azîz ve Celîl olan Allah'a gitme arasında muhayyer bırakıldığında; o, Allah katını bu aşağılık dünyaya tercih etmiştir. İmâm Ahmed İbn Hanbel der ki: Bize Yezid. Abdullah İbn Abbâs'tan nakletti ki; Hz. Muhammed (s.a.v.)Efendimiz bir hasırın üzerine uzanmıştı da hasır yan tarafında bir iz bırakmıştı. Uyanınca ben onun yanını oğuyor ve diyordum ki : Ey Allah'ın Rasulü, bizi çağırsaydm da şu hasırın üzerine bir şey serseydik. Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) buyurdu ki: Bana ne dünyadan? Benimle dünyanın misâli, bir ağacın gölgesine oturan sonra orayı bırakıp gidenin misâlidir sadece. Bu hadîsi Tirmizî ve İbn Mâce, Mes'ûdî kanalıyla rivayet ederler. Tirmizî; hasen, sahîh bir hadîstir, der. [Şüphesiz Rabbın sana verecek ve sen hoşnûd olacaksın.] Âhiret yurdunda Rabbın, senin ve ümmetinin hoşnûd olacağı kadarını vere¬cektir. Kendisi için hazırlanan ikramlara ve kubbeleri içbükey incilerden, çamuru miskten olan Kevser ırmağının kenarında oturmak da bunlardan birisidir. İleride bu husus anlatılacaktır.
İmâm Ebu Amr el-Evzâî... Abdullah İbn Abbâs'tan nakleder ki; Rasûlullah (s.a.v.)a kendisinden sonra ümmetinin önüne açılacak hazîneler gösterildi de, Hz. Muhammed (s.a.v.) tek tek gösterilen bu hazînelere sevindi. Bunun üzerine Yüce Allah [Şüphesiz Rabbın, sana verecek ve sen hoşnûd olacaksın.] âyetini indirdi. Allah ona cennette bin kerre bin köşk verdi. Her köşkte lâzım olan eşler ve hizmetçiler bulunur. İbn Cerîr Ta-berî kendi tarikiyle bu hadîsi rivayet eder ki, bu hadîsin Abdullah İbn Abbâs'a isnadı sahihtir. Buna benzer rivayetler ancak tevkifi olarak söylenir. Süddî, İbn Abbâs'tan nakleder ki; Rasûlullah'ın hoşnûd olduğu şeylerden birisi de Ehl-i Beyt'inden kimsenin cehenneme girmemesidir. İbn Cerîr Taberî ve İbn Ebu Hatim bunu rivayet ederler. Hasan bununla şefaatin kasdedildiğini söyler. Ebu Ca'fer el-Bâkır da böyle demiştir. Ebu Bekr Ibn Ebu Şeybe dedi ki: Bize Muâviye Ibn Hişâm. Abdullah'tan nakletti ki; Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur : Ben, öyle bir ailenin mensubuyum ki Allah bizim için dünyaya karşılık âhireti tercih etmiş ve [Şüphesiz Rabbm, sana verecek ve sen hoşnûd olacaksın.]buyurdu. Sonra Yüce Allah, kulu ve Rasulü Muhammed'e nimetlerini sayarak buyuruyor ki; [O, seni öksüz bulup ta barındırmadı mı?] Şöyle Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz anasının karnında iken babası vefat etmişti. Doğduktan sonra vefat ettiği de söylenir. Sonra o altı yaşındayken annesi Vehb kızı Âmine vefat etti. O, sekiz yaşında dedesi Abdülmuttalib'in ölümüne kadar dedesinin koruması altındaydı. Bilâhere amcası Ebu Tâlib onu korumuştur. Ebu Tâlib onu destekleyip korumuş, değerini yüceltip saygı göstermiş ve kırk yaşında Allah'ın onu peygamber olarak göndermesinden sonra kavminin kendisine eziyet etmelerine engel olmuştur. Bu, Ebu Tâlib de putperest kavminin dinindendi ama hepsi, Allah'ın güzel takdiri ve tedbiri ile olmuştu. Nihayet hicretten az bir müddet önce Ebu Tâlib de vefat etti. Kureyş'in bilgisiz ve beyinsizleri ona saldırınca Yüce Allah, onların arasından Evs ve Hazrec kabilesinden müteşekkil olan Ansâr'ın ülkesine hicret etmesini uygun buldu. Nitekim Cenab-ı Allah , kanununu en mükemmel şekilde icra etti. Hz. Muhammet Mustafa (s.a.v) Ansarın ülkesine gelince, onlar kendisini koruyup destek oldular ve çevresini sararak Önünde Allah rızâsı için muharebe ettiler. Bütün bunlar Allah'ın onu koruyup muhafaza etmesinin ve değer vermesinin ifadesiydi. [Seni şaşırmış bulup ta doğru yola eriştirmedi mi?] Bu âyet, Yüce Allah'nın şu kavli gibidir : [İşte böylece Biz, sana da emrimizden bir rûh vahyettik. Sen kitab nedir, îmân nedir bilmezdin. Ancak Biz onu, kullarımızdan dilediğimizi hidâyete eriştirdiğimiz bir nur kıldık. Şüphesiz ki sen, dosdoğru bir yolu göstermektesin.] (Şûra, 52). Bazıları da dediler ki: Bundan maksad, Peygamberimiz (s.a.v.)in küçük iken Mekke'nin çevresinde kaybolup sonra geri dönmesidir. Ve yine denildi ki : Resulullah (s.a.v.) amcasıyla Şâm yolundayken kaybolmuştu. Geceleyin bir deveye binmişti. İblis gelip onun yolunu değiştirmişti. Nihayet Cebrâîl gelmiş İblîs'i bir solukla Habeşistan'a sürmüştü de sonra kervan yolunu bulmuştu. Bu iki görüşü de Beğavî rivayet eder. [Seni fakır bulup ta zenginleştirmedi mi?] Sen muhtaç ve fakîr birisi iken Yüce Allah kendinden başkasına seni muhtaç olmaktan kur¬tarmadı mı? Yüce Allah peygamberine, sabreden fakîr ve şükreden zen¬gin makamlarını birlikte ihsan etmiştir. Allah'ın salât ve selâmlan onun üzerine olsun. Katâde, [O, seni Öksüz bulup ta barındırmadı mı? Seni şaşırmış bulup ta doğru yola eriştirmedi mi? Seni fakir bulup ta zenginleştirmedi mi?] kavli hakkında şöyle der; Bunlar Allah Azze ve Celle'nin peygamberi göndermesinden önce Peygamberimizin bulunduğu mevki'lerdir. İbn Cerîr ve îbn Ebu Hatim bu rivayeti naklederler. Buharı ve Müslim'in Sahîh'lerinde Abdürrezzâk kanalıyla nakledilir ki; Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) şöyle buyurmuştur : Zenginlik, mal çokluğu değildir. Asıl zenginlik; ruh zenginliğidir. Müslim'in Sahihinde Abdullah İbn Amr'dan nakledilir ki; Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur : Müslüman olan, yeterince rızık verilen ve Allah'ın kendisine verdiğine kanâat etmesi sağlanan felah bulmuştur. [O halde sakın yetime kahretme.] Nasıl sen yetîm iken Allah seni korumuşsa, sen de yetime kahretme, onu ezme, azarlama ve küçümseme. Aksine ona iyi davran ve merhamet et. Katâde der ki : Yetime şefkatli bir baba gibi ol. [Ve bir şey isteyeni azarlama.] Yolunu yitirmişken Allah seni nasıl doğru yola eriştirmişse, sen de bilgi isteyen ve doğruyu bulmak isteyeni azarlama. İbn İshâk der ki; [Ve bir şey isteyeni azarlama.] kavli zâlim, mütekebbir, azgın ve Allah'ın zayıf kullarına katı davrananlar gibi ol¬ma, demektir. Katâde ise der Tci: Miskini merhamet ve yumuşaklıkla gönder. [Bununla beraber Rabbının nimetini anlat.] Nasıl sen fakîr iken Allah seni zenginleştirmişse, sen de Allah'ın sana olan nimetini anlat. Nitekim Peygamberden nakledilen duada onun şöyle buyurduğu bildirilir : Bizi nimetine şükreden onunla övünen, kabul eden kullarından eyle ve onu bize tamâmla. İbn Cerîr Taberî der ki: Bana Ya'kûb. Ebu Nadre'den nakletti ki; müslümanlar nimetin anlatılmasını nimete şükür olarak kabul eder¬lermiş. Abdullah İbn Ahmed İbn Hanbel der ki : Bize Mansûr. Nu'mân îbn Beşîr'den nakletti ki; Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz minberin üzerinde şöyle demiş : Aza şükretmeyen çoğa da şükretmez. İnsanlara teşekkür etmeyen Allah'a da şükretmez. Allah'ın nimetinden sözetmek şükürdür, onu terketmekse küfürdür. Topluluk rahmet, ayrılık azâbtır. Bu hadîsin isnadı zayıftır. Buhârî ve Müslim'in Sahîh'lerinde Enes İbn Mâlik'ten nakledilir ki; muhacirler şöyle demişlerdi : Ey Allah'ın Rasûlü, Ansâr mükâfatın hep¬sini aldı götürdü. Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) buyurmuş ki : Siz onlara duâ edip övdüğünüz sürece hayır..Ebu Dâvûd der ki: Müslim İbn İbrahim. Ebu Hüreyre'den nakletti ki; Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) şöyle buyurmuş : İnsanlara teşekkür etmeyen Allah'a şükredemez. Tirmizî, bu hadîsi Ahmed ibn Muhammed kanalıyla Rebî' ibn Müslim'den nakleder ve; sahihtir, der. Ebu Dâvûd der ki : Bize Abdullah İbn Cerrah. Câbir'den nakletti ki; Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuş : Allah kime bir musibet verir de o, bunu anlatırsa şükretmiş olur. Kim de bunu gizlerse inkâr etmiş olur. Ebu Dâvûd bu hadîsin rivayetinde münferid kalmıştır. Ebu Dâvûd der ki : Bize Müsedded. Câbir İbn Abdullah'tan nakletti ki; Rasûlullah (s.a.) Efendimiz şöyle buyurmuş : Kime bir şey verilir de o, bunu bulursa ondan vazgeçsin, bulamazsa onu övsün. Kim onu överse teşekkür etmiş olur, kim de gizlerse inkâr etmiş olur. Ebu Dâvûd der ki: Bu hadîsi Yahya İbn Eyyûb. Câbir'den nakletti. Ebu Dâvûd, Şurah-bil'in beğenümediği için isminin verilmediğini söyler. Bu hadîsin rivayetinde de Ebu Dâvûd münferid kalmıştır. [Bununla beraber Rabbınm nimetini anlat.] Mücâhid der ki: Rabbının sana vermiş olduğu peygamberliği anlat. Ondan nakledilen bir başka rivayette de; Kur'ân-ı Kerimi anlat, dediği bildirilir. Leys de. Hasan İbn Ali'den nakleder ki, o; iyi bir şey yaptığın zaman, bunu arkadaşlarına anlat, diye mânâ vermiştir. Muhammed İbn İshâk der ki : Allah'ın sana verdiği nimet ve peygamberlik ikramını insanlara anlat, hatırlat ve ona çağır. Muhammed İbn İshâk der ki: Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), Allah'ın kendisine ihsan ettiği peygamberliği güvendiği kişilere gizli olarak anlatıyordu. [1]