Duada Şuur, Duada Israr, Duada İhlas Duanın kabul edilmesinde şuur, ısrar ve İhlasın önemi çok büyüktür. Bu konu ile ilgili pek çok âyet ve hadis vardır. Hz. Peygamber buyurmuştur ki: "Sizden biriniz duâ ettiğiniz zaman, duasında azimli ve istekli olsun "Ey Allah'ım! Sen istersen ver bana" demesin." (Müslim, Zikir: 7) Bir başka hadiste ise, Allah'ın bilinçsizlik içinde bulunan bir kalbin yakarışını kabul etmeyeceği belirtilmektedir. (Tirmizî, Deavât: 66) Bir başka hadiste de şöyle buyurulur: "Hiçbir müslüman yoktur ki, içinde günah ve akrabayla ilişkiyi kesme isteği olmayan bir şeyi Allah'tan istesin de Allah ona bunu şu üç şekilden biriyle vermesin: Ya hemen o kulun isteği yerine getirilir yahut Allah kulun isteğini âhirete saklar ya da kulun dileğinin dengi bir kötülüğü ondan savuşturur." Orada bulunanlar dediler ki: "O halde çok duâ edelim." Hz. Peygamber buyurdu ki: "Allah da çok kabul eder." (Ahmed b. Hanbel: 3/18) Kur'ân'da bu durum, kişinin "dîn'i Allah'a özgü kılması" olarak tanımlanmıştır. (Mü'min: 14) Bir hadiste insanın mutlaka karşılık alacağına inandığı bir ruh hali içinde duâ etmesi gerektiği, gafil bir kalpten gelen duanın kabule yakın olmayacağı belirtilmiştir. (Tirmizî, Deavât: 66) Dualarının kabul edileceği bildirilen kimselerde görülen ortak özellik, şuurun dînî bir renkle kaplanmış olmasıdır. Hadislerde bildirildiğine göre bir tehlike veya zulüm karşısında çaresiz kalan kimse, kalbi tamamen hasbî sevgiyle dolu anne baba, başkasının iyiliğini isteyen kişi, toplum için çalışan âdil başkan ve Allah için beden isteklerini frenleyen oruçlunun duası geri çevrilmeyecek kimselerdendir. (Buharı, Cihâd: 180) Ayrıca duanın, bir günahın işlenmesine veya akrabalık işlerinin kesilmesine yönelik olmaması ve kabulünde acele edilmemesi de gerekli şartlar arasında sayılmıştır. (Tirmizî, Deavât: 9/12) "Duâ, hem şiddeti içermeli, hem sürekli ve ısrarlı bir biçimde ihlas ve samimiyeti, hem de bir tür atılganlık durumunu ifade etmelidir." İşte bu, bir tür atılganlık durumu, güzel bir durumdur. İslâmi duâ metinlerinde, bu durum, ısrarlı bir biçimde görülür ve çoğunlukla şöyle denilir: "Tıpkı bir çocuğun annesinden ısrarla isteyişi gibi iste." İşte bunun da eş değerini Carrel ifade etmektedir: "Duâ, ısrarlı bir eylemi ifade etmeli." Yani duâ, dilin gevezeliği ve boş konuşma gibi olmamalıdır. Dil kendi işini olayı yaparken beyin ve kalp başka şeylerle meşgul olmamalı bir tür aldatıcı ve dolandırıcı örneğinde olduğu gibi... Hayır kazanmak amacıyla bir toplantının yapılabilmesi için, Kur'ân okuyana, konuşana ve duâ edene cân u gönülden kulak vermek gerekir. İşte böyle bir ortamda okunan Kur'ân'ın sevabı alınır, hem de duâ algılanmış olur. Yani iki evetlemeyle, iki tür arzuyu gerçekleştirirken iki sevabı da elde etme becerisi ortaya çıkar. Böyle insanın kulağı minberde, gözü Kur'ân'ın metnindeyken, dudakları da zikirle meşgul olur. Yani üç arzu ve Uç sevabı toplar. Hem bu üçünün de birbirini içice karşıladığını bilmeksizin. Tüm gücünle, bellek ve arzunla ve gücünün doruğuna kadar iste! İşte bu, sürekli ve ısrarlı eylemin gerçek ifadesidir. Çünkü ben bu cümlelere dayanıyorum ve bu cümleler de bana yabancı değil. İşte bu nedenle bunları Carrel'in dilinden işitmek çok değerlidir. Sabahları duâ edip akşama kadar canavarca ve vahşîce yaşamını sürdüren kimseler, duanın etkisini kendi bünyelerinde duyamayan, göreme yen kimselerdir. Onların duaları alçaklıktır. Çünkü kalp, ruh ve vicdanları sürekli birbirine bağlı değildir ve dünyanın manevî yasalarına uygun bir biçimde duâ etmiyorlar. Tam tersine, onlar mekanik bir görevmiş gibi sabahları duâ ederken tüm günlerini yemek içmek, alışveriş ve kargaşa içinde geçiriyorlar." (Şeriatı, Duâ: 58)