Soru Dinin Kaynağı Nedir?

Konusu 'Dini bilgiler' forumundadır ve Lasey tarafından 17 Aralık 2017 başlatılmıştır.

  1. Lasey

    Lasey Admin

    Dinin Kaynağı

    “Din” kelimesinin sözlük anlamı; yol, hüküm, itaat, mükafat ve cezadır. Allah Azze ve celle birtakım hükümler koymak suretiyle insanlar için bir yol belirlemiş, onları bu yola ve hükümlere uymakla sorumlu tutmuştur. Kulun tavrına göre de ya ödüllendirme veya cezalandırma şeklinde bir karşılık takdir etmiştir. Buna göre din, esasları ve usulleri Cenab-ı Allah tarafından belirlenmiş yol demektir.İslam alimleri dini “akıl sahibi insanları kendi hür irade ve tercihleriyle bizzat hayırlı olan şeylere götüren ilahî kanun”1 olarak tanımlar. Bu tanım bize dinin çeşitli boyutları hakkında şu temel ilkeleri verir.

    1.Tanımdaki “ilahi kanun” ifadesidinin kaynağına işaret eder. Din, Allah Azze ve celle tarafından konulur. O’ndan başkasının ne din koymaya ne de dini hükümleri değiştirmeye ve kaldırmaya hakkı vardır. Yüce “İyi bilin ki halis din yalnız Allah’ındır [yani bütün gönlüy-le candan itaat yalnız Allah’adır]...”2, “Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. Din de sadece ve daima Allah’ındır (Kulluk ve itaat de yalnızca ve daima O’na olmalıdır.) Öyle iken, Allah’tan başkasından mı korkuyor-sunuz?”3 buyurarak bunu bildirmiştir. Dolayısıyla peygamberler bile din koyamazlar, kendiliklerinden dine bir ek-leme ve çıkarmada bulunamazlar. Sadece Allah’tan (c.c) aldıkları emir ve yasakları ümmetlerine ulaştırırlar.

    2. Dinin muhatabı, akıl sahibi yani akli melekelerini sağlıklı biçimde kullanabilen kimselerdir. Başka bir ifadeyle, din ancak akıl sahibi olanlara hitap eder. Dolayısıyla akıl sağlığı yerinde olmayanlar ve küçük yaştaki çocukların dinen sorumluluğu yoktur. Nitekim Hz. Peygamber “Üç kişiden kalem (sorumluluk) kaldırılmıştır: Ergenlik çağına kadar çocuktan, iyileşinceye kadar akıl hastasından ve uyanıncaya kadar uyuyandan.”4 buyurmuştur.


    3. Akıl sahibi insanların dine yönelişi ve bağlılığının kendi hür iradesi ve tercihi ile olması gerekir. Din kişiye hak ile batılı, doğru ile yanlışı gösterir, her birisinin kişi açısından ne gibi sonuçlar doğuracağını açıklar. Bu aşamadan sonra da dine yönelip yönelmemekte bir zorlama söz konusu olmaz.5 Allah Teala Hz. Peygamber’e “Hak Rabb'iniz’ dendir; artık dileyen inansın, dileyen inkar etsin...”6 demesini buyurur. İnsanın bu dünyada imtihan edilen bir varlık olması, onun bireysel sorumluluk ve özgürlüğü-nün de olmasını gerektirir. İnsanın iradesinin neye yöneleceğini din kadar duygular ve çevre şartları da etkiler. Dolayısıyla kişinin iradesini dinin telkini doğrultusunda kullanması, dini yaşamada karşılaştığı güçlükleri kendi iradesi ve tercihiyle aşarak bağlılığını devam ettirmesi esastır. Yüce Allah, “insanı sadece kendisine kulluk etmesi için yarattığını” bildirmiştir.7 Bu kulluğu yerine getir-meyi ya da getirmemeyi seçen insan buna göre karşılık görecektir.

    4. Kişi aklını ve iradesini kullanarak dini seçtiğinde dinin semeresi olan hayra, yani bizzat iyi olan şeylere ulaşır. Aslında kişilerin iyi-kötü algısı ve değerlendirmeleri farklı olabilir. Mesela paraya düşkün birisi için servet ve zenginlik en büyük hayır iken, bir başkası çok kesin biçimde servet sahibi olmaktan kaçınabilir; çünkü ona göre zenginlik büyük bir imtihan ve hatta kötü bir şeydir. Şu halde dinin insanı ulaştırdığı hayır, kişisel yargılardan, değerlendirmelerden bağımsız, herkesin ortak kabul edebileceği bir iyilik olmalıdır. Bu da bir yönüyle kişinin Müslüman olması ve Müslüman olmasının getirdiği haklardan yararlanması anlamında dünyevi, bir yönüyle de Cenneti ve nimetlerini kazanması anlamında uhrevî hayırdır. İnsan eliyle ortaya konulan veya ilahi kaynaklı olmakla birlikte zamanla bozulan dinlerin böyle bir hayra götüremeyeceği açıktır. Dolayısıyla insanlar tarafından konul-muş, değiştirilmiş veya bozulmuş olan, vahye dayanmayan, bu sebeple de kişileri dünyada ve ahirette saadete ve huzura eriştirmeyen dinler, İslam’a göre hak (gerçek ve doğru) din sayılmazlar.İnsanda din duygusu doğuştan vardır, sonradan kazanılmış değildir. Çünkü her insanda bir üstün ve aşkın varlığa inanma ve ona kulluk etme özelliği vardır. Bu özellik bir duygu halinde insana yaratılışında verilmiştir. Allah Azze ve celle, insanları bir dine inanma ve bağlanma potansiyeli üzere, yani din duygusuyla, hatta tek bir tanrıya inanma ve kulluk etme bilinciyle yarattığını bildirmektedir ki buna fıtrat adı verilir. “(Resul'üm!) Sen yüzünü ve özünü, hanîf (tek Allah inancına sahip bir kişi) olarak hak dine yönelt. Yani Allah’ın insanları yaratmasında esas kıldığı o fıtrata uygun hareket et. Allah’ın bu hilkatini kimse değiştiremez. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bunu bilmezler.”8 ayetinde bu durum ifade edilmiştir. Peygamber Efendimiz'de bir hadislerinde “Her doğan (İslam) fıtratı üzere doğar. Fakat o çocuğun anası ve babası onu kendi dinlerine döndürürler. Yahudi iseler Yahudi yaparlar, Hristiyan ve Mecusi iseler Hristiyan ve Mecusi yaparlar.”9 buyurarak insanda din duygusunun doğuştan var olduğunu ve insanların yaratılış gereği tevhid inancını kabul etmeye yatkın olduklarını ancak çevresel faktörlerin kişinin tercihini değiştirebileceğini ifade etmiştir. İnsanın böyle bir fıtrata sahip olmasının temelinde, yaratılış aşamasında Allah Teala ile insanlar arasında gerçekleşen, mîsak, kalû bela veya elest bezmi olarak da bilinen ahitleşme yatar. Kur’an’da bildirildiğine göre Yüce Allah, her bir insan ferdini kendilerine şahit tutmuş ve “...Ben sizin Rabb'iniz değil miyim...?”diye sormuştur. Onlar da “...Evet (tabiî ki Rabb'imizsin, buna) şahit olduk.” cevabını vermişlerdir.10 “Ben kullarımın tümünü tevhid ehli (hanîf) olarak yarattım. Sonra şeytanlar onları dinlerinden döndürdü ve bana başka şeyleri ortak koşmalarını emret-tiler.”11 anlamındaki kudsî hadis de bu gerçeği ifade eder. Allah Azze ve celle'nin peygamber aracılığıyla insanlara gönderdiği bir tür söz-leşme olan din, işte başlangıçtaki bu ahitleşmenin hatırlatılmasından ibarettir.

    Hak dine ve tevhid inancına bağlanmak insan için var olduğu andan itibaren geçerli bir hakikat, fıtri bir özellik olduğundan, din ilk insan olan Hz. adem ile başlamıştır. Nitekim Allah Azze ve celle başlangıçtan itibaren Hz. Adem’e doğru ile yanlış yolu bildirerek birtakım mükellefiyetler yüklemiş,12 onu peygamber seçerek alemlere üstün kıldığını, hidayeti bulmasını ve doğru yaşamasını sağlayacak bilgileri kendisine verdiğini buyurmuştur.13 Hz. adem’den Peygamber Efendimiz’e kadar gelen bu dinin müşterek adı da hiçbir şekilde ortak koşmaksızın sadece Cenab-ı Allah’a gönüllü itaat ve teslimiyet, bu itaatin kalp ve dille benimsenip ortaya konulması ve sonucunda O’nun emir ve yasaklarına uya-rak kulluk edilmesi anlamında “İslam”dır. Farklı dönemlerde ge-len peygamberlerin getirdiği şeriatler, yani emir ve yasaklar farklı olabilse de inanç ve genel ahlak ilkeleri kesinlikle değişiklik göstermemiştir. “Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin diye Nuh’a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya tavsiye ettiğimizi Allah size de din kıldı...”14ayeti, tüm peygamberlerin mesajlarındaki birlik ve bütünlüğün ifadesidir. Nitekim Allah Teala “Şüphesiz, Allah nezdinde din, İslam’dan ibarettir...”15 buyurduktan sonra, Ehl-i Kitab’ın kıskançlık, ihtiras ve kinlerinden dolayı İslam’dan saptıklarını bildirmiştir.16 Yüce Al-lah hak dine bağlanan mü’minleri gerek daha önce gelmiş kitaplarda gerekse Kur’an’da “Müslümanlar” olarak isimlendirmiştir.17


    Nitekim Hz. İsa’ya iman etmiş Havarîler kendilerinin “Müslüman-lar” olduğunu söylemişler,18 Hz. İbrahim ve Hz. Yakub, evlatlarına “...Oğullarım! Allah sizin için bu dini seçti. O halde ancak Müslümanlar olarak ölünüz!”19 şeklinde vasiyette bulunmuşlardır. Bütün bunlar, tüm peygamberlerin getirdiği dinin, yani İslam’ın bir olduğunun göstergesidir. Nitekim Allah Azze ve celle “Kim İslam’dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır.”20 buyurarak bu gerçeğe işaret etmiştir.

    ----------------

    1 Muhammed Murtaza ez-Zebîdî, Tacü’l-arûs, “dyn” maddesi; Seyyid Şerîf el-Cürcanî, et-Ta’rîfat, “dîn” maddesi.
    2 Zümer suresi, 3. ayet.
    3 Nahl suresi, 52. ayet.
    4 Buharî, Hudûd, 22, Talak, 11; Tirmizi, Hudûd, 1; İbn Mace, Talak, 15.
    5 bk. Bakara suresi, 256. ayet.
    6 Kehf suresi, 29. ayet.22-23; Tirmizi, Kader, 5; Ebû Davûd,
    7 Zariyat suresi, 56. ayetSünnet, 178Rûm suresi, 30. ayet.
    9 Buharî, Cenaiz, 80; Müslim, Kader,
    10 A'raf suresi, 172. ayet.11Müslim, Cennet, 63.
    12 bk. Taha suresi, 117. ayet; A‘raf Suresi, 19. ayet.
    13 bk. al-i İmran Suresi, 33. ayet; Bakara suresi, 37. ayet.
    14 Şûra suresi, 13. ayet.
    15 al-i İmran suresi, 19. ayet
    16 al-i İmran Suresi, 19. ayet.
    17 bk. Hacc suresi, 78. ayet.
    18 bk. Âl-i İmrân suresi, 52. ayet; Mâide suresi, 111. ayet.
    19 Bakara suresi, 132. ayet.
    20 Âl-i İmrân suresi, 85. ayet.