Çocuklara dini terbiye nasıl verilmelidir?

Konusu 'Dini Sorular Ve Cevapları' forumundadır ve Adile tarafından 5 Eylül 2012 başlatılmıştır.

  1. Adile

    Adile Admin

    Çocuklara dini terbiye nasıl verilmeli? Nelere dikkat edilmelidir?

    Ta’lim, te’dip ve tedristen daha genel bir kavram olan terbiye hakkında, ondan beklenen gayelere göre farklı tarifler yapılmıştır. Biz konuyla ilgili tafsilata girmeden terbiye hakkında yapılmış birkaç tanımı vermekle iktifa edeceğiz: Kınalızade’nin yaptığı tarif sadeleştirilmiş hâliyle şu şekildedir: “Terbiye, kulu, dinî ve dünyevî vazifelerini hakkıyla yapabileceği seviyeye çıkarmaktır.”İnsanın sahip olduğu potansiyele ve onun inkişaf ettirilmesi gerektiğine dikkat çeken başka bir tarife göre ise terbiye: “Beden ve ruhu, hedeflenen zirvelere ulaştırmak için kapasitesi çerçevesinde ona gereken güzellikleri vermektir.”Demek ki her insan,"Biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu, aşağıların aşağısına indirdik.”âyet-i kerîmesinde de ifade edildiği üzere potansiyel olarak ahsen-i takvime mazhardır. Onun fıtratında kuvve olarak birçok kabiliyet ve istidat mevcuttur. Öyle ki o insan-ı kâmil olmaya namzet bir varlıktır. İşte anne baba terbiye vasıtasıyla çocuğun fıtratında mündemiç olan istidat ve kabiliyetleri ortaya çıkarmaya çalışacaklar ve onu potansiyel insan olmadan hakiki insan olma mertebesine ulaştıracaklardır.

    Evet, ebeveynin çocuklarına karşı en büyük vazifeleri, onları İslâm’ın emirleri dairesinde terbiye etmeleridir. Terbiye zâhirî olarak çocuğun şahsiyetini inşa faaliyeti gibi görünse de mesele umumi planda düşünüldüğünde bunun bir cemiyetin hatta bir medeniyetin inşası anlamına geldiği anlaşılacaktır. Hatta bu hususta şu değerlendirmelere yer vermek de mümkündür: Bir medeniyetin gelişmişlik seviyesini, terbiyeye verdikleri ehemmiyet ve kullandıkları terbiye sistemi belirleyecektir. Dolayısıyla çocuklarının terbiyesiyle meşgul olan anne-babalar bu şuur içinde onları yetiştirmeli, çocuklarına verecekleri terbiyeyle gelecek nesillerin kaderini tayin edeceklerini unutmamalıdırlar. Fethullah Gülen Hocaefendi, terbiyenin milletlerin istikbali açısından ne denli ehemmiyet arz ettiğini ifade sadedinde şu tespitlere yer verir: “Bir milletin devam ve bekâsı, iyi yetiştirilmiş nesillerle kaimdir; millî varlığı ve millî ruhu mükemmelleştirilmiş iyi nesillerle...

    Milletler, geleceklerini emanet etmek üzere mükemmel bir nesil yetiştirememişlerse, istikballeri karanlık demektir. Hiç şüphe yok ki nesillerin iyi yetiştirilmesinde en birinci vazife, anne ve babalara düşmektedir.”Gelecek nesilleri inşa etmede terbiyenin ifade ettiği fonksiyonu, bir de batılı felsefeciden dinleyelim: “Terbiye işini bana bırakın, size bir asır içinde Avrupa’nın çehresini değiştireyim.”Terbiyenin bu derece önemli olmasındandır ki bu konu tarih boyunca birçok düşünürü meşgul etmiş, birçok filozof bu konuda çözümler getirmiş, son asırda Batı’da da birçok eğitim akımları ortaya çıkmış ancak bunların hiçbiri insan yetiştirme meselesinde peygamberlerin kâbına yetişememiştir çünkü oldukça kompleks bir yapıya sahip olan insanı, zâhir ve bâtınıyla bilmek ve terbiyede onun hiçbir yönünü ihmal etmemek ancak peygamberlere müyesser olmuştur.

    Resûl-i Ekrem Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) gönderiliş gayesi de insanlığın terbiyesidir zira bizzat Kendisi (sallallahu aleyhi ve sellem) bu hususta şöyle buyurur:muallim olarak gönderildim.” “Ben, ancak bir "Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.”Bu sözleriyle Resûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) tüm insanlığı eğitmek ve terbiye etmek için gönderildiğini açıkça vurgulamaktadır. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) bu hususu mücerred ifade etmekle kalmamış,Cahiliye karanlıklarında yaşayan, her türlü ahlâksızlığın şüyu bulduğu bedevi bir milletten, kıyamete kadar gelecek bütün insanlığa hüsn-ü misal teşkil edecek en güzel muallim ve mürebbileri yetiştirmiştir. Evet, her medeniyetin kendine mahsus bir terbiye sistemi olduğu gibi İslâm’ın da Kur’ân ve Sünnet temelli bir terbiye sistemi vardır.

    Bu terbiye sisteminin aktif olarak hayata taşındığı dönemlerde, dindar, ahlâklı, çağını bilen, ilme değer veren nesiller yetişmiştir. Ruh ve kalb dünyasının dev kâmetleri olan İmam Rabbânî, Abdulkâdir-i Geylânî, Şâh-ı Nakşibendî, Hâlid-i Bağdâdî ve Bediüzzaman gibi İslâm kahramanları; ilmiyle asırlara ışık tutmuş İmam Ebû Hanîfe, İmam Şâfiî, İmam Mâlik, İmam Ahmed b. Hanbel, İmam Gazzâlî, Fahruddin er-Râzi, İmam Suyûtî gibi büyük âlimler; müsbet ilimlerde zirveleri tutan İbn Sînâ, el-Câbir, Harizmî, İbn Batûta, Zehrâvî gibi zatlar İslâm terbiye metodunun büyüklüğüne en büyük şahitlerdir. Maalesef son iki asırdır hayatın bütün birimlerinde yaşanan tahriplerden terbiye metodumuz da nasibini almış ve Kur’ân ve Sünnet yörüngeli terbiye metodumuz, yerini Batının iflas etmiş terbiye sistemine bırakmıştır. Bu ise kaçınılmaz olarak hem maddî hem de manevî çöküşümüzü netice vermiştir.

    Dolayısıyla eğer biz yeniden derlenip toparlanmak ve milletçe kalkınmak istiyorsak kendi değerlerimize sahip çıkmalı ve çocuklarımızı da ruh ve mana köklerimizden süzülüp gelen bu değerlerimizle büyütmeliyiz. Maziden tevarüs edebildiğimiz değerleri ilk olarak çocuklarımıza vereceğimiz yer ise hiç şüphesiz ailedir. Elbette çocuğun terbiye edildiği tek yer aile değildir. Kreş, anaokulu, Kur’ân kursu, cami, sokak ve arkadaş çevresi gibi hayatın farklı birim ve müesseseleri de çocuğun terbiyesinde aktif rol alırlar. Hatta bütün bu müesseseler terbiye konusunda ailenin yanında olmuyor ve bu konuda anne babaya destek vermiyorsa meselenin bir yanı eksik kalacak, belki de çocuk ailede kazandığı güzel huy ve davranışları buralarda kaybedecektir fakat her hâlükârda çocuğun eğitim ve terbiyesinden birinci derecede ebeveynler sorumludur çünkü çocuk bir hayat boyu ve hatta ebedî hayatında kendisine lazım olacak donanımı ilk olarak burada kazanacaktır. Onun temel çizgileriyle karakter ve şahsiyeti anne babasının elinde şekillenecektir.

    Nitekim Cenâb-ı Hak: "Ey iman edenler, kendinizi ve aile halkınızı yakıtı taş ve insanlar olan ateşten koruyun!”buyurmak suretiyle aile fertlerinin İslâmî bir terbiyeye tâbi tutulmasından birinci derecede babanın sorumlu olduğunu bildirmiştir. İslâm âlimleri âyet-i kerîmede geçen aile fertlerinin ateşten korunmasının ancak İslâmî bir terbiye ile mümkün olacağını söylemişlerdir.Mesela Hz. Ali, bu âyet-i kerîmeyi şu veciz sözlerle tefsir etmiştir: “Onları terbiye edin, onlara ilim öğretin.”Bu açıdan ailenin yönetiminden sorumlu kılınan erkek, İslâm’ı sadece kendisi yaşamakla kalmayacak, çocuklarını da bu istikamette eğitip yetiştirecektir. Aksi takdirde “Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayınız.”âyet-i kerîmesinde ifade edildiği üzere -hafizanallah- kendi elleriyle kötü âkıbetini hazırlamış olacaktır. Yine kişinin kendisini ve ailesini ihmal etmesi neticesinde uğradığı zarar Zümer Sûresinde şöyle anlatılır:"Asıl ziyan edenler, asıl hüsrana uğrayanlar, büyük duruşma günü olan kıyamette hem kendilerini hem de ailelerini hüsrana uğratanlardır.

    Unutmayın ki besbelli hüsran budur!”Meseleye bir de İsra Sûresindeki bir âyet-i kerîmenin penceresinden bakalım:"Ya Rabbî, onlar küçüklüğümde nasıl beni ihtimamla yetiştirdilerse, ona mükâfat olarak Sen de onlara merhamet buyur!”Bu âyetin asıl sevk maksadı çocuğun anne babasına dua yapmasını teşvik etmek ve ona nasıl dua yapılacağını öğretmektir. Ancak "Onlar küçüklüğümde beni nasıl terbiye ettilerse…” ifadesiyle çocuğun küçükken terbiye edilmesine ve bu terbiyenin anne ve babanın müştereken yerine getirmesi gereken bir husus olduğuna da dikkat çekilmiştir. Yani burada haber kipiyle anlatılan hususu biz inşâî manada anlayabilir ve: “Çocuklarınızı küçüklüklerinde terbiye ediniz.” şeklinde bir emir telakki edebiliriz.

    Evet, küçüklükte öğrenilen şeyler taş üzerine işlenen nakış gibidir; yaşlılıkta öğrenilen bilgiler ise buz üzerine yazı yazmak gibidir. “Ağaç yaşken eğilir”, “Demir tavında dövülür” vb. atasözleri de aynı hakîkate işaret etmektedir. Hadis-i şeriflerde de anne babanın çocuklarını güzelce terbiye etmeleri hususu üzerinde ısrarla durulmuştur. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) bu konuda umumi bir kaide sayılabilecek şu ifadeleri vazetmiştir:" Her birerleriniz râî (çoban) ve hepiniz elinizin altındakinden sorumlusunuz: Devlet reisi bir râî ve elinin altındakilerden sorumludur. Her fert, ehl ü ıyâlinin râîsidir ve raiyetinden mesuldür. Kadın, beyinin hanesinin râîsi ve gözetiminde olan şeylerden sorumludur…”Bu hadis-i şerife göre toplumdaki herkes sorumluluğunu üstlendiği kişilerden hesaba çekileceği gibi aile reisi olan erkek de hane halkından mesul olacaktır. Bu mesuliyet sadece onların yedirilip içirilmesi, barınma ihtiyaçlarının giderilmesi vb. maddî ihtiyaçlarının karşılanmasıyla sınırlı değildir. Erkek bunların yanında, hane halkının ruhî ve manevî ihtiyaçlarını karşılama, dünya ve ukba saadetlerini sağlama adına onların ta’lim ve terbiyesiyle de meşgul olacaktır.

    Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), başka bir hadis-i şeriflerinde:" Çocuklarınıza ikram edin ve onları güzelce terbiye edin.”buyurmak suretiyle bu hususa ayrıca dikkat çekmiştir. Hiçbir babanın çocuğuna güzel terbiyeden daha değerli bir bağışta bulunamayacağını ve çocuğun babası üzerindeki haklarından birisi olarak da edebini güzel yapmasını ifade eden hadis-i şerifler konunun ehemmiyetini göstermesi açısından oldukça dikkat çekicidir. Başka bir hadis-i şerifte ise bütün insanların vefatıyla birlikte amel defterlerinin de kapanacağı ifade edilmiş, ancak üç zümre bundan istisna edilmiştir. Yani onlar vefat etseler bile amel defterlerine sevap akmaya devam edecektir.
     
    Son düzenleme: 20 Şubat 2014
  2. Adile

    Adile Admin

    Bunlar; okul, çeşme, cami gibi binalar yaptıran sadaka-i cariye sahibi, geride insanların istifade ettiği ilim bırakan kimse ve son olarak da kendisine dua edecek salih bir evlat yetiştiren anne babadır.Fıtrat hadisi olarak meşhur olan bir hadis-i şerif ise terbiyenin çocuğun hayatında nasıl bir tesiri olacağını göstermesi açısından çok önemlidir. Söz konusu hadis-i şerif şu şekildedir:“Doğan her çocuk İslâm fıtratı üzerine doğar. Daha sonra annesi-babası ya onu Yahudileştirir, ya Nasranîleştirir ya da Mecusîleştirir. Tıpkı hayvanın doğurunca, azaları tam olarak yavru doğurması gibi. Siz kulağı kesik olarak doğmuş hayvana rastlar mısınız?”Bu hadiste geçen, “İslâm fıtratı üzerine doğma” ifadesi, tevhid düşüncesini kabul etmeye müheyya bulunma, iman ve i’tikada açık olma, insan-ı kâmil olmaya müstaid olma şeklinde izah edilmiştir. Yani hadisin devamından da anlaşılacağı üzere, nasıl ki anasından doğan bir yavruda hiçbir eksiklik ve kusur yoktur aynı şekilde yeni dünyaya gelen bir çocuk da gerek ahlâkî gerek i’tikadî gerekse amelî açıdan bütün menfiliklerden âzâde olarak doğar.


    Adeta tertemiz bir kâğıt veya levha şeklinde dünyaya gelen çocuğun menfi veya müsbet bir yöne kanalize edilmesi ise öncelikle anne babanın eliyle sonra da çevrenin tesiriyle gerçekleşir. Neticede ise o, ya a’lâ-yı illiyyîne doğru kanat çırpar uçar ya da esfel-i sâfiline yuvarlanır gider.Elmalılı Hamdi Yazır da yukarıda geçen hadis-i şerifi verdikten sonra konuyla ilgili şu yorumlarda bulunur: “Demek ki asıl fıtrat, tam ve sâlimdir, burnu kulağı sonradan kesilir. Maddeten böyle olduğu gibi manen ve ahlâken de böyledir. Fıtratın bu selameti şuur sahasında ve ictimaî şeraitle terbiye muhitinde, âdetlerin cereyanı içinde ya bozulur veya güzel bir inkişaf ile kemalini bulur. Âhıret de bu iki neticenin birine göre olur.”Dolayısıyla anne baba, ve kötülük kabiliyeti verene and olsun ki”“Sonra da ona iyilik "Allah sizi analarınızın karınlarından öyle bir hâlde çıkardı ki hiçbir şey bilmiyordunuz.

    Öyle iken size kulaklar, gözler, kalbler verdi ki şükredesiniz.”âyet-i kerîmelerinde de ifade edildiği üzere doğduğunda hiçbir şey bilmeyen ve vicdan ve nefis mekanizmaları içerisine bütün iyi ve kötü duygular kendisine ilham edilen çocuğa öyle bir terbiye verecekler ki başta Allah’ı hoşnut edecekler sonra da çocuğun gerek dünyevî gerekse uhrevî saadetini temin edecekler. Mademki çocuğun Kur’ân ve sünnete göre ta’lim ve terbiye edilmesi İslâm nazarında bu kadar önemlidir, o hâlde her Müslümanın zamanının önemli bir bölümünü çocuğuna ayırması kaçınılmazdır. Hatta gerekirse anne ve baba bu işe ayırdıkları zamanlarını evrâd u ezkârlarına, şahsi kemalatlarına tercih etmelidirler. Yani, çocukların yetiştirilmesi, onlara tevhit inancının aşılanması ve onların Kur’ân ahlâkıyla ahlâklanmaları o kadar önemlidir ki bu husus, anne-babanın maddî-mânevî füyuzat hislerinin önünde geldiği gibi pek çok şahsî vazifenin de önüne geçer. Hatta bir büyük zatın ifadesiyle çocuklarını ihmal eden ebeveynler Kâbe-i Muazzama’yı ziyarete gitseler, vazife onlara arkadan seslenecek ve: “Buradaki ciddi ve ehemm vazifeyi bırakmış nereye gidiyorsunuz?” diyecektir.

    Özellikle vurgulamak gerekir ki anne-babanın dindar olması, her zaman çocukları için iyi bir mürebbi ve muallim olması anlamına gelmez. Dindarlık ayrı, çocuk yetiştirmek ayrı bir meseledir. Bir Müslüman ne kadar dindar olursa olsun eğer çocuklarının dinî terbiyesi için gerekenleri yapmıyor, bu işe zaman ayırmıyor ve kafa yormuyorsa bir gün gelecek hiç farkına varmadan çocukları elinin altından kayıp gideceklerdir çünkü nefis, şeytan, kötü arkadaş ve dünyanın cazibedar güzellikleri gibi çocuğu yanlış yollara sevk edebilecek birçok tehlike vardır. Onun bütün bu tehlikelerden korunması ve salih bir insan olabilmesi ise onunla ilgilenmeye bağlıdır. Bu açıdan ebeveynler ne kadar mütedeyyin birer insan olurlarsa olsunlar, asla çocuklarının dinî ve ahlâkî eğitimini ihmal etmemeli, bunun ızdırabıyla oturup kalkmalı, onların dünyasına girmenin, onlarla sağlıklı bir iletişim kurmanın ve onların ruh dünyalarını şekillendirebilmenin yollarını aramalıdırlar.

    Unutulmamalıdır ki çocuklarının dinî hayatını düşünen ve onları dinî terbiyeyle yetiştiren ebeveynler, daha dünyadayken çocukları tarafından gördüğü hizmet ve hürmetle bunun mükâfatını alacak, dâr-ı bekaya irtihal eyledikten sonra ise defter-i a’mâline hasenât yazılmaya devam edecek ve belki de derecesine göre çocuklarından şefaat görecektir. Buna karşılık çocuklarını ihmal eden anne babalar ise daha dünyadayken çocukları tarafından istiskal edilecekler, horlanacaklar, belki de bakım evlerine terk edilecekler45; ahirette ise Cenâb-ı Hakk’a bu ihmallerinin hesabını vereceklerdir.Belki de Allah huzurunda çocukları kendilerinden: “Neden bizi terbiye-i İslâmiye ile yetiştirip ahiretimizi kurtarmadınız?” diyerek davacı olacaklardır.Evet, yukarıdaki âyet, hadis ve açıklamalar çerçevesinde meseleye bakacak olursak, terbiyenin ciddiyet istediğini, çocuklara İslâmî bir terbiye vermenin Allah ve Resûlü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) bir emri olduğunu, dolayısıyla da bu mükellefiyeti yerine getirme adına anne babalara ciddi bir sorumluluk düştüğünü anlayabiliriz. Haddizatında ehemmiyetli olan bu vazifeye bir de günümüz şartlarının ağırlığı açısından bakacak olursak, anne babaların nasıl bir zorlukla karşı karşıya kaldıklarını anlayabiliriz.


    Öyle ki bu sorumluluk şuuru onların ağzının tadını kaçıracak, uykularını bölecek türdendir. Öte yandan çocuğun İslâm’ın emirlerine göre terbiye edilmesi gerektiğini bilmek ve bunun önemini kavramak sadece işin bir yönüdür. Diğer yönü ise bu görevi yerine getirecek bir donanıma sahip olmaktır. Yani İslâm’dan bîhaber olan, çocuk psikolojisini bilmeyen, sabırsız, tahammülsüz, cahil anne ve babaların çocuklarını ne kadar terbiye edebilecekleri aşikârdır. Bu açıdan aslında çocuk eğitiminden önce anne ve babaların, kendilerini eğitmeleri gerekir. Unutulmamalıdır ki çocuk yetiştirmek ehemmiyet verilmesi, ciddiyetle üzerinde durulması ve kafa yorulması gereken önemli bir iştir. Bir insan ibadetlerinde ve dinî hayatında çok hassas olabilir ama çocuklarını eğitme konusunda aynı hassasiyeti göstermiyorsa hiç farkına varmadan onların kayıp gittiğini esefle müşahede edecektir. Biz burada çocuk terbiyesinde önemli gördüğümüz bazı temel hususların üzerinde duracağız. Yani kendi değerlerine bağlı sağlam bir neslin yetişmesi için dikkat edilmesi gereken bazı prensiplere işaret edeceğiz.
     
    Son düzenleme: 20 Şubat 2014