Çanakkale savaşında doktor ve oğlu olayı

Konusu 'Osmanlı Tarihi' forumundadır ve Eylül tarafından 6 Temmuz 2013 başlatılmıştır.

  1. Eylül

    Eylül Moderatör

    Çanakkale savaşı doktor ve oğlu hikayesi

    1915 yılında Çanakkale, bir kanlı mahşerdi. Çanakkale savaşı, kara, deniz ve hava kuvvetlerinin birlikte
    kullanıldığı yeryüzünün ilk ‘birleşik harek''tı’na sahne olmuştu. Karşımızda fennin son ürünü silahlar ve
    yarım milyonluk bir askeri güç…

    Türk cephesinde toplar kırk yaşının üstündeydi. Menzilleri kısaydı. Askere dağıtılan elbiseler yırtıktı ve
    eğer kış gelirse kışlık elbise dağıtacak durum yoktu. Yemek bile verilemiyordu. Günde tek öğün yemek
    vardı: Üzüm hoşafı ve yarım ekmek. Bir de bulgur çorbası buldukları gün şanslıydılar. Enver Paşa,
    bunda da tutumlu olunmasını istiyordu Mehmetçikten. Neredeyse mısır Pazarlarını Çanakkale’ye
    taşıyan düşmanın siperlerine ulaştıklarında ele geçirdikleri sigaralar, konserveler ve çerezler
    aralarında şenlik oluyordu. Ve o güzel insanlardan bugün bizlere, anılarında, mektuplarında bir şikayet
    bile ulaşmış değildir. Şükür ve zafer için dua ediyorlardı. Bugünkü aydınlığı, o günün karanlığına
    katlananlara borçluyuz.

    YAVRUM DOKTOR OLACAK

    Yaralılarımıza bakacak doktorlarımız yoktu. Zira, o vakitler tıbbiyeye genellikle azınlıklar giderdi.
    Azınlıklar ise cephelere gelmeye yanaşmıyorlardı. Türk doktorlar da o kadar cepheye yetmiyordu. İşte
    Çanakkale’de de doktorlar yetersizdi. Bir doktora günde ikiyüzün üzerinde yaralı düşüyordu. Askeri Dr.
    Dörtbudak’ın aktardığı olay durumu anlatmaya yeter sanırız: “Sadece Anafartalar – Arıburnu hattında 06-
    22 Ağustos 1915’de 18.000 şehit verdik. Böyle bir hücum gününde tezkereciler durmadan yaralı
    taşıyor, doktorlar sadece yaraları sarabiliyordu. Hayatlarından ümit kesilenlerle fazla ilgilenmiyorlardı.
    Tam işin en yoğun olduğu sırada, arkadaşın önüne gencecik bir vatan evladı yatırdılar, bir ayağı
    kopmak üzere parça parça ve bağırsaklar dışarıdaydı. Sıhhiyecilere “Kaldırın bunu!” derken genç
    çocuk “ Baba!” diye seslendi. Bakar ki, kendi oğludur. Sarılır öper oğlunu, “Bu benim oğlum! Gölge bir
    yere kaldırın” der. Masanın üzerine çoktan başka bir vatan evladı yatırılmıştır. Doktor onunla meşgul
    olmaya başlamıştır. Sırada daha pek çok Mehmet beklemektedir. Doktor ertesi gün oğlu ile ilgilenecek
    vakti bulur. Ancak, oğlu çoktan ölmüştür.” Bu vatana nasıl bağlanmışlar, değil mi? Bu cennet vatanı,
    evlatlarından daha çok sevenler bugüne hazırladı. Belki de o günlerdeki doktorsuzluk acısından kaldı
    her anne babanın ağzında: “Yavrum doktor olacak” sözü.

    Hastane gemilerimiz vardı. Savaşamayacak durumda olanları İstanbul’a taşıyordu. Düşman hastane
    gemilerimizi dahi vuruyor, batırıyordu. Hastanelerimizi vuruyor, yaralılarımızı öldürüyordu. Böylesine
    acımasız, hukuksuz bir vahşi savaş sürüyordu. Üstelik saldırdıkları sıhhiye taburlarında
    malzemesizlikten narkozsuz ameliyatlar yapılıyordu. Böyle bir ameliyatta şehit olan Mehmet’in ağzına
    bastırılan tahtaya sarılı keçeyi almak istediler. Bir başkasının ağzına koyacaklardı, bağırmasın diye.
    Zorla çıkarttıklarında tahtaya yapışmış dört adet diş gördüler.

    “Dişiyle, tırnağıyla kazanmak” deyimi, bu
    tablo karşısında anlamını bulsa gerek.

    Evet dişle tırnakla kazanılan bir zafer ve bir ülke.