Bişr-i Hafi hayatı

Konusu 'İslam büyüklerinin hayatları' forumundadır ve Adile tarafından 14 Kasım 2013 başlatılmıştır.

  1. Adile

    Adile Admin

    Bişr-i Hafi Kimdir

    Bişr-İ Hâfî Evliyânın büyüklerinden künyesi Ebû Nasr olup, asıl adı Bişr bin Hâris Abdurrahmân el-Hafî'dir.
    Kısaca Bişr-i Hafî olarak tanınmıştır.

    Bişr-i Hafî Merv şehrinin Bekird bölgesinde 150 (m. 767) yılında doğmuştur, Bağdâd'da yaşamış. Hadîs, fıkıh vede tasavvuf ilminde büyük âlimlerden olmuştur. 7 sandık dolusu hadîs kitabını ezberlemiştir.

    Tasavvufta yüksek makamlara erişmiş olan Bişr-i Hafî (r.a.) 227 (m. 841) yılında Bağdâd'da vefât etti

    Bişr-i Hafî, devrinin ileri gelen âlimlerinden ilim tahsil etmiş ve hadîs-i şerîf öğrenmiştir, İbrâhîm Sa'd, Abdurrahmân bin Zeyd bin Eslem, Hammâd bin Zeyd, Şüreyk bin Abdullah, Muafa bin İmrân Mûsulî, Abdullah bin Mübârek, Ali bin Müşhir, Îsâ bin Yûnus, Abdullah bin Dâvûd el-Hayrî, Ebû Muâviye ed-Darîr, Zeyd bin Ebi'z Zerga ve daha birçok âlimlerden ilim öğrenmiş ve hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir.

    Bişr-i Hafî'den, Nuaym bin Heydâm, Muhammed bin Heydâm; İbrâhîm bin Hâşim bin Muskan, Nasr İbn-i Mansûr, el-Bezzâr, Muhammed bin el-Müsennâ, Sırrî-yi Sekatî, İbrâhîm bin Hâni en-Nişâbûrî, Ömer bin Mûsâ el-Celâ gibi birçok âlini ders almış ve hadîs-i şerîf okumuştur.

    Gençliğindeki hatâlardan dönüp doğru yola girmesi şöyle anlatılır: "Birgün, sarhoş bir halde giderken, üstünde Besmele yazılı bir kâğıt buldu, içi sızlayıp yerden aldı. Öpüp, çamurlarını silip, temizledikten sonra, güzel kokular sürüp, evinin duvarına astı.

    O gece âlim ve evliyâ bir zâta, rü'yâda, "Git Bişr'e söyle! İsmimi temizlediğin gibi seni temizlerim, ismimi büyük tuttuğun gibi, seni büyültürüm, ismimi güzel kokulu yaptığın gibi, seni güzel ederim, izzetime yemin ederim ki, serün ismini dünyâda ve âhırette temiz ve güzel eylerim" dendi. Bu rü'yâ üç defa tekrar etti.

    Sabah Bişr-i Hafî"yi arayıp meyhanede buldu. Mühim haberim var diye içerden çağırdı. Bişr geldiğinde "Kimden haber vereceksin?" dedi. "Sana Allahü teâlâdan haber vereceğim" deyince, ağlamaya başladı. "Bana kızıyor mu, şiddetli azâb mı yapacak?" dedi.

    Rü'yâyı dinleyince arkadaşlarına, "Ey arkadaşlarım! Beni çağırdılar, bundan sonra bir daha beni buralarda göremiyeceksiniz" dedi. O zâtın yanında hemen tövbe etti. Bu anda ayağında ayakkabı bulunmadığı için, hiç ayakkabı giymedi.

    Sebebini soranlara, "Söz verdiğim zaman yalın ayaktım, şimdi giymeye haya ederim" derdi! Ayakkabı giymediği için kendisine "Hafî" (yalınayak) denilmiştir.

    Hânbelî Mezhebinin kurucusu Ahmed bin Hanbel, Bişr-i Hafî'yi çok sever, devamlı yanına giderdi. Talebeleri "Siz âlimsiniz. Hadîste, fıkıhta, ictihâdda ve bütün iKmler de eşiniz yoktur. Niye Bişr-i Hafî gibi birini sık sık ziyâret ediyorsunuz?" dediklerinde, "Evet, dediğiniz ilimleri ondan iyi bilirim. Fakat o, kalb ilimlerini benden iyi bilir" derdi.

    Bişr-i Hafî'ye, bu ilime, yüksek derecelere nasıl kavuştun diye sorduklarında. "Az yemekle" deyip, "Yiyip gülen ile, yiyip ağlayan aynı olmaz" büyürdü.

    Bütün ömrünü ilim öğrenmekle ve öğretmekle geçirdi. Son derece şüphelilerden sakınırdı. Konuştuğu zaman etrafa ilim, ahlâk, hikmet kokuları yayılırdı.

    Vefât ettiğinde cenâzesini sabah evden çıkardılar. Fakat o kadar çok kalabalık vardı ki, ancak gece kabristana varabildiler. Kendisini rü'yâda görüp, "Allahü teâlâ sana ne muamele etti?" diye sorduklarında; "Benim cenâzemde bulunanı ve kıyâmete kadar beni seveni affeyledi" buyurdu.

    Bişr-i Hafî hazretleri hayatta olduğu süre içinde Bağdâd'daki hayvanlar, yalın ayak gezdiği için o-nun hürmetine yolda pislemezlerdi. Birisinin hayvanı bir gece yolda pisledi. Üzülerek Bişr-i Hafî öldü dedi. Baktılar ki gerçekten vefât etmiş.

    Birgün Bişr-i Hafî (r.a.) rahatsızlanarak tabîb Abdurrahmân'a gitti. Ne gibi yemekler yiyeceğini sordu. Tabîb de, "Bana soruyorsun, fakat tavsiye ettiğim zaman tavsiyeme uymuyorsun" dedi. Bişr-i Hafî de; "Hayır, uyacağım" deyince, tabîb: "Sirke ve baldan yapılmış sekencebini mayhoş suyu içer, ayvayı soyup yersin.

    Sonra da sıcak çorba içersin dedi. Bunun üzerine Bişr-i Hafî "Sekencebin'in yerini tutacak daha iyi birşey bilmez misin" diye sordu. Tabîb "Bilmem" dedi. Bişr-i Hafî; "Ben bilirim" deyince, tabîb "Söyle bakalım nedir?" dedi.

    Bişr-i Hafî: "Hurdeba göynük otu sirke ile beraber" dedi. Sonra "Ayvanın yerini tutacak ondan daha ucuz birşey bilmez misin?" diye sorunca tabîb, "Bilmem" deyince, "Ben bilirim" dedi ve keçi boynuzunu anlattı.

    Keçiboynuzundan daha iyisini sordu. Tabîb, bilmem deyince, ona da nohut suyu ile inek yağını anlattı. Bunun üzerine tabîb Abdurrahmân, "Sen tıb ilmine benden daha iyi vâkıfsın o halde niçin bana soruyorsun?" dedi.

    Ebû Abdullah Kâdî, "Babamın şöyle anlattığını işittim: Bağdâd'da bir tüccar arkadaşım vardı. Çok zengin idi. Birgün baktım bütün malını mülkünü fakîrlere dağıtmış, iyi bir müslüman olmuştu.

    Bunun sebebini sorduğumda, bana şöyle anlattı: "Birgün Bağdâd'ın bir câmisinde Cuma namazı kılmaya gittim. Namazı kıldıktan sonra gördüm ki, Bişr-i Hafî câmiden çıktı. Acele acele bir yere gidiyordu. Ben kendi kendime, zühd ve takva sahibi bir zât nereye böyle acele gidiyor diye merak ederek onu takip ettim. Gördüm ki, önce bir firma gidip ekmek aldı, sonra kebab yapan bir yere gidip kebab aldı.

    Daha sonra helvacıdan helva aldı. Ben kendi kendime böyle bir zâtın bunları alıp yiyeceğine kızdım. Fakat nasıl yiyeceğini merak ederek takibe devam ettim. Bir süre sonra bir köye vardı. Köyün câmisine girdi. Baktım ki câmide yatalak bir hasta vardı. Bişr-i Hafî aldıklarını lokma lokma bu zâta yedirdi.

    Ben bu arada köyü merak edip neresidir diye biraz dolaştım. Sonra hastanın yanına gittim. Bişr-i Hafî'yi sorunca, Bağdâd'a gitti dedi. Burası Bağdâd'a ne kadar uzaklıktadır diye sordum. Bana 40 fefsahdır(240 km) dedi. Ben bunu duyunca, benim bu yolu gidecek param yok. Burada kimseyi tanımam ve bu yolu yüreyemem dedim. Hasta şahıs bekle Bişr-i Hafî haftaya gene gelir dedi. Bekledim.

    Cuma günü tekrar geldi. Hastayı aynı şekilde tekrar doyurdu. Giderken, o şahıs Bişr-i Hafî'ye, "Bu adam Bağdâd'dan senin arkadaşın, geçen hafta, seninle beraber gelmiş. Bit hafta burada kaldı. Onu tekrar yerine götür" dedi. Bana, "Sen benimle niye buraya geldin" dedi. Ben özür dileyerek, hatâmı söyledim ve af diledim. "Haydi kalk ve yürü" dedi.

    Akşama kadar yürüdük Akşam olmak üzere iken bana "Sen Bağdâd'ın hangi mahallesinde oturursun" dedi. Ben falan mahallede otururum deyince, o mahallenin yolu burasıdır. Git ve arkana bakma dedi. Ben ondan sonra tövbe ettim ve bir daha böyle işlere karışmadım" dedi. Ebû Nasn et-Temmâr şöyle anlatır: "Hacca gideceklerden biri Bişr-i Hafî'ye veda için geldi.
     
  2. Adile

    Adile Admin

    O'na "Ben hacca gidiyorum, bir emriniz var mı?" dedi. Bişr-i Hafî: "Ne kadar harçlığın var?" diye sorunca, "İkibin dirhem harçlığım var" diye cevap verdi. Bişr-i Hafî: "Hacca gitmekle zühdü mü, yoksa Kâ'be'ye olan aşkını mı, yoksa Allah rızâsını mı kastediyorsun?" diye tekrar sorunca, adam: "Allah rızâsını kastediyorum" dedi.

    Bunun üzerine Bişr-i Hafî: "O halde evinde dururken Allah'ın rızâsını kazandıracak bir şeyi sana söylersem, yapar mısın?" deyince: "Evet yaparım" karşılığını verdi. Bunun üzerine Bişr-i Hafî, "O halde sen bu ikibin dirhemi, borcunu ödeyemeyen bir fakîre, yiyeceği olmayan bir yoksula, nüfusu kalabalık, geçimi dar olan bir aileye, yetimi sevindiren bir yetim bakıcısına ve bunlar gibi on kişiye yirmişer dirhem ve hattâ istersen hepsini bunlardan birine ver.

    Zîrâ müslümanı sevindirmek, düşükünlere el uzatmak, sıkıntıyı gidermek ve zayıflara yardım etmek, nafile olarak yapılan yüz hacdan daha sevabtır. Kalk da dediğim gibi yap. Şayet böyle yapmak istemiyorsan asıl kalbinde olanı bana söyle" dedi. Vedâya gelen, "Doğrusu kalbimde hacca gitmek tarafı kuvvetlidir" dedi.

    Bunun üzerine Bişr gülümseyerek adama döndü ve "Servet, şüpheli şeylerden kazanıldığı takdirde, nefs, kendi arzularından birinin yerine getirilmesini ve sâlih ameller yaptığını göstermek ister. Halbuki Allahü teâlâ, yalnız muttakîlerin amelini kabul eder" dedi."

    Âlimlerden ba'zıları onun hakkında şunları söylemişlerdir. Abbâs bin Dehkâm diyor ki: "Dünyâya geldiği gibi ölen tek insan Bişr-i Hafî'dir. Dünyâya malsız geldi ve malı olmadan gitti.

    Ölüm döşeğine yattığı sırada biri gelerek ondan birşey istedi. Onun bir gömleği vardı. Onu da çıkardı, dilenciye verdi ve bir başka kimseden ödünç gömlek aldı ve o şekilde öldü. Ya'nî ölünce bir gömleği de yoktu. Gömleksiz geldi, gömleksiz gitti."

    İbrâhîm Harbî şöyle der: "Ben üç büyük zât gördüm. Bu üç kişinin benzeri yoktur: Birincisi Ahmed bin Hanbel'dir ki, anneler onun gibisini doğurmaktan âciz kalır.

    İkincisi Bişr-i Hafî'dir ki, asrından eski devirlere kadar akıllı bir zâttır. Üçüncüsü Ebû Ubeyd bin Sellâm ki, sanki o ilmi kendisinde toplamış bir dağ gibidir. Bişr-i Hafî hiçbir müslümana gıybette bulunmadı. Eğer onun aklı Bağdâd halkına dağıtılsa, hepsi akıllı olurdu."

    İmâm-ı Yâfiî buyurdu ki: Bişr-i Hafî helâlden başka hiçbir şeye el uzatmamıştır. Haram olan bir şeyi yememiştir."

    Ebü'l Hüseyin el-Hasan bin Amr el-Mervezî şöyle der: "Ben bir gün Bişr'in yanındayken, hadîs ehli geldi. O, onlara şöyle buyurdu: Size zahir olan şeyi görüyorum. Onlar da şöyle dediler: "Ey Ebâ Nasr (Bişr-i Hafî) bu ilimleri isteriz.

    Umulur ki, bir gün fayda verir." Bişr-i Hafî şöyle buyurdu: "Sizin üzerinize zekât düştüğünü biliniz! Bir kimsenin 200 dirhemi olunca, 5 dirhem zekât vermesi gerekirse, sizde 200 hadîs-i şerîfi öğrenince 5 hadîs-i şerîf öğretiniz. Bundan sonra böyle yapınız."

    Bişr-i Hafî (r.a.) anlatır: Rü'yâmda Efendimizi Hz. Muhammed (s.a.v.) gördüm. Bana, "Ey Bişr, Allahü teâlânın, seni akranların arasında niçin yücelttiğini biliyor musun?" buyurdu.

    Bilmiyorum deyince, "Sünnetime uyman, evliyâya hizmet etmen, din kardeşlerine nasîhat etmen, Eshâbımı ve Ehl-i Beytimi sevmen, işte seni iyiler mertebesine bunlar eriştirdi" buyurdu.

    Bişr-i Hafî şöyle anlatır: "Birgün Bağdâd'da bir adam gördüm. Bin kırbaç dayak yediği halde hiç sesini çıkarmadı. Sonra kendisini cezaevine götürdüler. Peşini tâkip ettim ve niçin dövüldüğünü kendisinden sordum.

    Âşık olduğu için dövüldüğünü söyledi. Bu kadar dayak yediği halde neden ses çıkarmadığını sordum. Sevgilim bana bakıyordu, dedi. Bunun üzerine kendisine, ya Allahü teâlânın seni devâmlı gördüğünü idrak etseydin hâlin nice olurdu? dediğimde, hemen haykırarak yere düştü ve öldü."

    Yine şöyle anlatır: "Gençliğimde Abadan'a gitmiştim. Cüzzamlı ve kör bir adamla karşılaştım. Sarası tutmuş, karıncalar vücûduna üşüşmüş etini yiyorlardı. Başım kaldırdım, kucağıma aldım, ayılmasını ve kendisi ile konuşmamı bekledim.

    Ayıldığı vakit, "Benimle Rabbim arasına giren bu boş adam kimdir? Rabbim beni parça parça yapsa, benim O'na ancak sevgim artar" dedi. Bundan sonra artık kul ile Allah arasında gördüğüm hiç bir hikmeti inkâr etmedim, niçin böyle oluyor? demedim."

    Yine şöyle anlatır: "Bir gün evime girince bir zât ile karşılaştım. Benden izinsiz, benim evime nasıl girersin, sen kimsin deyince, "Ben kardeşin Hızırım" dedi. Ben ona bana duâ et deyince, "Allahım! İbâdette bulunmasını buna kolaylaştır" diye duâ etti. Biraz daha duâ et dedim. "Allahım! İbâdetinin gizli kalmasını buna nasîb eyle" dedi.

    Feth bin Şuhruf anlatır: "Adamın biri elinde bıçak ile bir kadına musallat oldu. Güçlü olduğu için kimse adama engel olamıyordu. Kadın çırpınıp duruyordu. Bu esnada Bişr-i Hafî (r.a.) oradan geçmekte idi. Adama iyice yaklaşıp birşey söyledi. Adam birden yere düştü. Kadın kurtuldu.

    Etrafındakiler adamın yanına gittiler. Gördüler ki adam zor nefes alıyordu. Sâna ne oldu diye sorulunca adam; "Bilmiyorum, ihtiyar zât bana "Senin bu yaptığını Allahü teâlâ görüyor" deyince ayaklarımın bağı çözüldü ve gördüğünüz gibi yere düştüm. Bu zât kimdir?" dedi. Bişr-i Hafî'dir dediler.

    Bunun üzerine adam "Eyvah ben onu bir daha nasıl göreceğim" dedi ve kuvvetli bir sıtma hastalığına yakalanarak kısa bir zaman içinde öldü.

    Bişr-i Hafî, Esved bin Sâlim'i, Ma'rûf-i Kerhî'ye yolladı. Esved bin Sâlim O'na "Bişr-i Hafî, seninle kardeşlik olmak istiyor. Bunu açıkça size söylemekten çekindiği için, beni size gönderdi. Kendisini kardeşliğe kabul etmenizi diliyor, fakat ba'zı şartları da vardır.

    Onlar da: Bu kardeşliğin duyulmaması ve karşılıklı ziyâret ve görüşme yapılmamasıdır; zîrâ o, fazla iltifattan hoşlanmaz" dedi. Bunun üzerine Ma'rûf-i Kerhî "Fakat ben kardeş olduğum kimseden gece ve gündüz ayrılmak istemem" dedi ve Allah için sevginin fazîletini anlatan birçok hadîs-i şerîfler okudu.

    Sonra "Resûl-i ekrem (s.a.v.) Hz. Ali'yi kendine kardeş yapmakla, onu ilimde kendisine ortak etti. En sevimli kızını ona verdi. Şimdi sen şâhid ol, madem ki seni gönderdi. Ben de onu Allah için kardeşliğe kabul ettim.

    O, beni ziyârete gelmezse de, ben onu ziyârete giderim. Ona söyle sohbetlerde buluşalım. Hâlinden hiç bir şeyi benden saklamasın, her hâlini bana bildirsin" dedi. İbn-i Sâlim, durumu Bişr-i Hafî'ye anlatınca, râzı oldu ve memnuniyetle kabul etti.

    Bilâl el-Havas şöyle anlatır: "Birgün Sina çölünde yürüyordum. Yanımda bir zât belirdi. Kimsin deyince, "Kardeşin Hızırım" dedi. Sana suâl sormak istiyorum deyince; sor dedi. "İmâm-ı Şâfiî hakkında ne dersin?" diye sordum, "Dünyâdaki dört büyük âlimden biridir" diye cevap verdi.

    "Ahmed bin Hanbel hakkında ne düşünürsün?" dedim. "Sıddîk doğru, samîmi bir zâttır" dedi. "Bişr-i Hafî hakkında ne söylersin?" deyince "Ondan sonra onun gibi bir zât gelmedi" dedi.