Bir Haraminin Oğlu Hikayesi

Konusu 'Kıssadan Hisse' forumundadır ve Eylül tarafından 14 Ocak 2013 başlatılmıştır.

  1. Eylül

    Eylül Moderatör

    Bir Haraminin Oğlu

    Bir grup Arap hırsızı, bir dağın başına yerleşmis, kervan yolunu bağlamış, gelip geçenleri soyuyordu. 0 taraflarda bulunan şehirlerin halkı bunların şerrinden titriyor, hükümetin gönderdiği asker de bir şey yapamıyordu. Çünkü, eşkıyalar dağın tepesinde sağlam bir kale yapmışlardı.

    O çevrede ne kadar akıllı, erdemli yönetici varsa bir araya toplandılar. Bu belayı önlemek için çare aradılar ve şöyle söylediler:

    ”Eğer bu haydutlar, bir süre daha kendi hallerine bırakılırsa onlarla başa çıkmak imkanı kalmaz. Bir ağaç henüz yeni dikildiğinde bir adam biraz çekince koparır. Fakat uzun süre sonra onu bir çift öküz de çekse yerinden sökemez. Bir çeşmenin suyu birikip göl olunca onu fille geçmek bile kolay olmaz. ”

    Uzun boylu görüştükten sonra verilen karar gereğince bir adamı gözcü olarak gönderdiler. Nihayet bir gün, bir kervanı vurmak üzere haydutlar yerlerinden ayrıldıkları, kalelerinin boş bırakıldığı haberini aldılar. Hemen güçlü kuvvetli cesur yiğitlerden oluşan bir kuvvet hazırlayıp yola çıkardılar. Bunlar dağın sarp yolları arasında bir yere gizlendiler. Akşam üzeri yol kesiciler birçok ganimet malıyla geri geldiler. Çok yorulmuş oldukları için mallarla beraber, silahlarını da bir köşeye bırakıp huzur ve emniyet içinde yattılar. Başlarına çöken ilk düşman uyku oldu. Geceden bir müddet geçti, ortalık tamamen karardı.

    Güneş ufuk altında karanlıkta boğuldu, Yunus balığının karnına girmiş gibi oldu.

    Cesur delikanlılar, yavaşça pusularından çıkarak birdenbire haydutların üzerine atıldılar, hepsini kıskıvrak yakalayıp bağlayarak sabahleyin padişahın huzuruna getirdiler. Padişah haydutların idamına ferman verdi. Fakat içlerinde çok genç bir çocuk bulunuyordu. Gençliğinin meyvesi henüz yetişiyor, bıyıkları yeni yeni terlemeye başlıyordu. Vezirlerden biri, padişahın huzurunda yer öperek onun bağışlanması için şöyle söyledi:

    “Padişahım, bu çocuk, hayat bağının meyvesini henüz tatmamış gençlik zevklerinden yararlanmamıştır. Efendimizin inayetlerinden umarım ki, onun affıyla bu kullarını minnettar ederler.”

    Bu söz, padişaha hoş gelmedi, çünkü yüksek görüşünne aykırıydı. Dedi ki:
    “Kubbe üstünde ceviz durdurmak ne kadar boş bir çaba ise kabiliyetsiz kişileri terbiye etmek de o derece güçtür. ”

    Bunların neslini kesmek, köklerini kazımak lazım. Ateşin alevini söndürüp közünü bırakmak, yılanı öldürüp yavrusunu saklamak akıllı işi değildir.

    “Söz gelişi buluttan ab-ı hayat (bengisu) yağmış olsa bile söğüt ağacı yine meyve veremez. Soysuzu terbiye etmek boşunadır, hasır kamışından da şeker umulmaz.”

    Vezir, bu sözleri ister istemez beğendi. Dedi ki: “Efendimizin buyurdukları kerametin ta kendisidir. Fakat kulunuz o kanaatteyim ki bu çocuk onların içinde kalsaydı, şüphesiz onlardan biri olurdu. Lakin temiz bir çevre içinde bulunursa, ümit ederim ki nezih bir terbiye alır, iyi bir insan olarak yetişir. Çünkü daha çocuktur. 0 haydutların kötü huyları, tabiatında da yerleşmemiştir. Hadiste gelmiştir ki: Her çocuk, fıtrat üzere doğar, baba ve anneleri onları sonra yahudi, Nasrani ve Mecusi yaparlar.”[5]

    Sapkınlık edenlerle düşüp kalktığı için Lut’ un hanımı dalalette kaldı. Ashab-ı Kehften ayrılmayan köpek insanlarla birlikte cennetlik oldu.

    Bunun üzerine padişahın nedimlerinden birkaçı da bağışlanması konusunda vezire destek çıktılar. Nihayet padişah çocuğu affetti ve dedi ki: “Yalnızca ısrarınızdan dolayı affediyorum, yoksa iyi bir iş yapmıyoruz.”

    Zal, oğlu Rüsteme şöyle vasiyet etti: “Düşmanın basit de olsa ondan sakın, güçsüz deme!” Çeşme başından su taşınca dibinde yüklü bir devenin kaybolduğu çok oldu.

    Uzatmayalım, vezir çocuğu aldı, evine götürdü naz ve nimetle besledi, terbiyesi için edip bir öğretmen tuttu. Az zaman içinde istediği gibi yetiştirdi. Edep ve nezaketle konuşması, saray hayatına ait bütün kural ve davranışları öğrendi, saray halkının beğenisini kazandı.

    Bir gün vezir, padişaha çocuğun halinden biraz bahsetmek isteyerek dedi ki: “Efendim, çocuğu bir görmeli. Akıllı kişilerin terbiyesi ona öyle harikulade tesir etmiştir ki kişiliğinde yerleştiği sanılan fenalıklardan zerre kadar görülmüyor.” Padişah gülümseyerek,

    “Her ne kadar insan içinde büyüse de canavardan doğan canavar olur” dedi.

    Bunun üzerinden birkaç sene geçti. Çocuk, mahallenin yaramaz gençleriyle yavaş yavaş görüşmeye başladı.

    Tabiatında gizli kalmış olan eşkiyalık damarı uyandı, bu çapkınlarla sözleşti. Nihayet bir gece fırsat kollayıp iki oğluyla beraber veziri öldürdü ve birçok kıymetli eşyayı alarak haydutlarla beraber dağa çıktı, babasının yerine geçerek isyan etti. Padişah olayı haber alınca, hayretinden parmağını ısırarak şöyle dedi:

    Alçak, adi biri, eğitmekle güzel bir insan olamadığı gibi kötü demirden de iyi bir kılıç yapılamaz. Bir yere aynı yağmur yağdığı halde, bağda lale yetişir, mezbelelikte çer çöp ve diken.


    Çorak yerde sümbül yetişmediği gibi başka bir şey de bitmez. Kötü kişilere iyilik edenler iyilere fenalık etmiş olurlar.

    [5 - Muslim, "Kader", 22-25.]

    Gülistan – Şeyh Sa’di-i Şirazi