BEYYİNE SURESİ (سورة البيّنة) Kur’an-ı Kerim’in doksan sekizinci suresi. Mekki olduğuna dair çeşitli rivayetler bulunmakla birlikte diğer bazı rivayetlere ve bilhassa Buhari’de yer alan bir hadise göre (Buhari, “Tefsir”, 98/1-3) Medine devrinde nazil olmuştur. Surenin üslup ve muhtevası, onun hem Mekke hem de Medine devrinin özelliklerini taşıdığını göstermekte, din konusunda vahiy ve nübüvvetin kesin belge olduğunu bildiren ilk beş ayet Mekki sureleri, müşriklerle birlikte Ehl-i kitap’tan ve müminlerden söz eden son üç ayet ise Medeni sureleri andırmaktadır. Surenin nüzulü ile ilgili değişik rivayetler bu özellikleriyle birlikte ele alınacak olursa Mekke devrinin sonlarında veya Medine devrinin başlarında nazil olduğu söylenebilir. Sekiz ayet olup fasılası (هـ) harfidir. Sure, adını birinci ayette geçen ve “kesin belge” anlamına gelen el-beyyine kelimesinden almaktadır. Yine surenin başlangıcını oluşturan “lem yekün” lafzıyla, ayrıca içinde geçen kelimelerden alınmış Münfekkin, Kayyime ve Beriyye gibi adlarla da anılmaktadır. Surenin ilk beş ayetinde, gerek Ehl-i kitap’tan olan inkarcıların gerekse müşriklerin Hz. Peygamber’in zuhuruna kadar bu durumlarını sürdürdükleri hatırlatılmış, Tevrat ve İncil’de geleceği bildirilen peygamberin henüz gönderilmemiş olmasını bu tutumlarının bir mazereti olarak ileri sürdüklerine işaret edilmiştir. Ancak Hz. Peygamber’in gelişinden sonra artık özellikle Ehl-i kitab’ın topyekün hak dini kabul etmeleri gerekirken böyle olmadığı belirtilerek bunlardan bir kısmının İslam’a yöneldiklerine, diğerlerinin ise aynı inkar üzere kaldıklarına dikkat çekilmiş, kendilerinden beklenenin ise samimiyetle ve sadece Allah’a kulluk etmeleri, namazı dosdoğru kılıp zekatı vermeleri olduğu vurgulanarak hak dinin ve gerçek dindarlığın temel ilkeleri ortaya konmuştur. Son üç ayet mümin ile kafir arasındaki farklı durumu belirtir: Dini inkar eden, Allah huzurunda hesap verme korkusundan uzak olduğu için günah ve kötülükten sakınmaz. Bunun için dinsizler insanların en kötüsü, en zararlısı, müminler ise inançları gereği günahlardan sakınıp Allah rızasına uygun iyilikler yaptıkları için insanların en iyisi, en hayırlısıdırlar. Müminler bu dünyada mutlu yaşarlar, ahirette de cennete kavuşurlar. Ebedi mutluluk Allah rızasını elde etmek demektir. Bu da ancak Allah’a inanmak, sonsuz kudretine sığınmak ve O’na saygı duymakla olur. Beyyine suresi, Alak ve Kadr sureleriyle yakın ilişkisinden dolayı Mushaf’ta bunlardan sonra yer almıştır. Çünkü Alak suresinde ilk vahiy, Kadr suresinde ilk vahyin geldiği gece konu edilmiş, bu surede ise vahiy ve nübüvvetten maksat ve gayenin ne olduğu ve Allah’ın kitap ve peygamber göndermesindeki hikmetler açıklanmıştır. Sureden çıkan sonuca göre din ve dindarlık insan aklının uydurduğu ve yakıştırdığı bilgilerle değil Allah tarafından gönderilen kitap sahibi peygamberle kesinlik ve geçerlilik kazanır. Daha önceki din kitaplarında geleceği vaad edilen ve birtakım özellikleri bildirilen Hz. Peygamber’in vehimden, şüphe ve tereddütten uzak tertemiz bilgilerle gönderilmesi, din konusunda doğru ile yanlışı kesin çizgilerle ayıran bir belge niteliği taşır. İşte bundan dolayı surede Hz. Peygamber “beyyine” (kesin belge) diye tanıtılır. Sure ile ilgili olarak bir gün Hz. Peygamber Übey b. Ka‘b’a, “Allah ‘Lem yekünillezine keferu’ suresini (bir başka rivayette Kur’an’ı) sana okumamı emretti” buyurmuş, Übey de Allah tarafından adının anılmış olması sebebiyle sevinmiş ve ağlamıştır (Buhari, “Tefsir”, 98/ 1-3; Müslim, “Salatü’l-müsafirin”, 245-246). Ayrıca faziletine dair Matar el-Müzeni’den rivayet edilen, “Allah, ‘Lem yekünillezine keferu’ suresini okuyan kişinin kıraatini dinler ve şöyle söyler: Müjde olsun sana ey kulum! İzzetime andolsun ki gerek dünya gerekse ahiret hallerinden hiçbirinde seni unutmayacağım ve seni cennete yerleştireceğim, ta ki hoşnut olasın” mealindeki hadisle bazı tefsir kaynaklarında yer alan ve Übey b. Ka‘b’ın rivayet ettiği ileri sürülen, “Kim Lemyekün suresini okursa kıyamet gününde sabah akşam seçkin kullarla beraber olur” anlamındaki hadisin mevzu olduğu kabul edilmiştir (İbnü’l-Cevzi, I, 239-241; Zerkeşi, I, 432).