Ayakkabı Boyacısı -Tuğrul, annesinin hazırladığı bulgur pilavını görünce, yüzünü buruşturdu. -Üç gündür aynı yemek anne, diye şikayet etti. Pilav, pilav, pilav. Annesi tabağı sofraya koyduktan sonra; -Oğlum ne yapalım? Elimizde var mı ki sana değişik yemekler pişireyim. Paramız var mı ki istediğini alayım. Tuğrul gözlerini kıstı; -Komşumuzun oğlu Ahmet'i biliyorsun anne. Evlerinde değişik şekilde yemek çıkıyor. Mert ve Selim de öyle. Üstelik hiç birinin cebinden harçlığı eksik olmuyor. Bezdim bu parasızlıktan. Benim onlardan farkım ne? Annesi ağlamamak için başını arkaya çevirdi ve üzüntü dolu bir ses ile; -Oğlum, bu elimizde olan bir şey değil ki? Baban sonunda kendine iyi kötü bir iş buldu. Kazancıyla kıt kanaat geçiniyoruz. Hem sen başkalarına ne bakıyorsun? Onlar gibi zengin değiliz ki biz. -Neden olmuyoruz ki, neden olamıyoruz ya? Hışımla sofradan kalktı. -Ben bu yemeği yemiyorum! Hep aynı yemek! Sıkıldım! Pantolon desen yamalı yırtık! Gömlek desen eski püskü! Yeter ya! -Oğlum Tuğrul! Nereye gidiyorsun böyle? Tuğrul, eskimîş, boyası dökülmüş montunu sırtına geçirirken annesine boş gözlerle baktı, cevap dahi vermeyerek. Kapıyı çektîği gibi çıktı evden. Garip anne bitkin ve kederli bir halde içini çekti önce. Sonra yanaklarına doğru birkaç damla göz yaşı süzüldü. Peşinden bir hıçkırık. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. -Ya Rabbim, ne olacak bizim bu halimiz? Bize yardım et Ya Rabbim. Hem ağlıyor, hem dua ediyordu. Garip kadın üzüntüsünden tek bir lokma dahi yiyemedi. Tuğrul, elleri montunun cebinde ayaklarını sürüyerek evden çıktı. Zorla yürüyordu sanki. Bir yandan da söyleniyordu. - Para yokmuş,Pilavmış! Herkes hayatını yaşıyor, biz ise sürünüyoruz. Ah gözün kör olsun fakirlik! Gözleri önünde yürüyor idi sanki bütün herkes kendisine bakıyor ve de içten içe alay ediyordu. Sanki başını kaldırırsa onu birbirlerine gösterip alay edeceklermiş gibi hissediyordu. Söylene söylene parka kadar gelmişti ve başını kaldırdı, oturacak bir yer aradı. Adımlarını sürüyerek parka girdi ve bir banka oturdu. En azından azıcık kendine gelirdi. Gözleri, önü yırtılmak üzere olan ayakkabısına takıldı. Ayaklarını hafif içeri doru çevirerek gizlemeye çalışmıştı. -İşe bak, dedi. Ayakkabı, ayakkabı değil, sanki pabuç. Bu sırada bir çocuk yanına yaklaştı. -Boyayayım abi, dedi. İsteksiz bir hareket ile çocuğu inceledi. Eli yüzü kapkaraydı ve elbiseleri lime limeydi. Ayakkabısı lastik idi. Elindeki pabucu uzatmış, bekliyordu. Çocuk, Tuğrul’un manasız baktığını görünce; -Hişt abi, dedi. Boyayalım mı, dedim! Tuğrul gözlerini kaçırmaya çalıştı; -Param yok ki, dedi. Hem şuna baksana, boyanacak biryeri kalmamış? Boyacı çocuk onun haline acıdı ve yanına oturuverdi. -İsmin ne abi senin? diye sordu. Tuğrul şaşkın bir tavırla ona baktı: -Tuğrul, dedi. Ya seninki? -Benimki de Hasan. Kötü bir şey mi oldu abi? Derdini soran birini bulmak Tuğrul’u sevindirmişti. Anlatmaya başladı derdini, içini döktü ve Hasan işini bırakıp, onu dinledi. Konuşması bitince Hasan; - İkimizin hayatı birbirine benziyor abi, dedi. Üstelik benim babam da yok. Evin tek erkeğiyim. Ama halimden şikayetçi değilim. Şükür bu halime. Sabahtan öğleye kadar okula gidiyorum, okuldan gelince de boya sandığını alıp buralara gelip günde on veya on beş ayakkabı boyuyorum. Az çok bir şey kazanıyorum . Kazandığımı da evin masraflarına harcıyoruz. Halimize şükrediyoruz. Sonuçta bizden kötü olan da var, değil mi? Tuğrul şaşkın şekilde bakarken Hasan kalktı. -Gidiyorum Turgul abi, dedi. İstersen ayakkabını boyayayım, para almam. -Sağol Hasan, dedi. Başka zaman inşallah. Hasan ilerlerken arkasından baktı ve o an fark ettiği durum karşısında sanki başından aşağı kaynar sular dökülmüş gibi hissetti. Hasan’ın ayakları engelliydi. Topallayarak, zor şrkilde yürüyordu. Oysa kalkıp gidenceye kadar bunu hiç fark etmemişti. Kaldı ki, bundan Hasan da hiç bahsetmemişti. O an ister istemez gözleri kendi ayaklarına takıldı; koşabildiği, atlayıp zıplayabildiği, sapasağlam ayaklarına. Babasız ve de engelli bir çocuğun ailesinin ihtiyaçlarını karşılamak için gösterdiği bunca irade ve azim inanılmazdı. Asıl şimdi ezildiğini hissetti. Öyle değil miydi ya? Neden, şu durumunda bile, daha kötü durumda olan, hatta bir elbise dahi bulamayıp tek kıyafet ile yaşayan, bir dilim ekmek için çöplükleri karıştıran kişileri düşünerek haline şükreden Hasan kadar olamıyordu? -Ne kadar da aptalım, diye üzüldü. Bak bir de Hasan şu halinde bile boyacılık yapıp, parasını kazanıyor, bir de ev geçindiriyor. Bana ne oluyor? Yok para bulmakmış, yok zengin olmakmış! Hem ben çalışmıyorum da! Rahatlığı bulmuş, daha fazlasını istiyorum. Bana ne arkadaşlarımdan, Selim’den Mert’ten bana ne? Böyle düşündüğüne çok mutlu oldu. İçi rahatlamış bir şekilde doğruldu vehafiften kararmaya yüz tutmuş havaya bakıp. Başını önüne eğdi; -Bugün annemi çok üzdüm, kalbini kırdım, dedi. Gidip elini öpüp, gönlünü alayım. Ve acıktığını hissetti o an. Canı bulgur pilavı istemişti. Bu değişikliğe hayret etti. Adımlarını sürüyerek, durumundan utanç duyarak, fakirliğe isyân ederek geldiği yoldan, şimdi pişman bir şekilde, haline şükrederek dönüyordu.