Sözlükte "yükseklik, tavan, çadır, çardak, ayağın tümsek yeri ve taht" anlamına gelen arş (çoğulu urûş); ıstılahta, gerçek mahiyetini, ölçü ve sınırını insan aklının kavrayamayacağı, gerçek içeriğini sadece Yüce Allah'ın bildiği, bütün âlem denilen yeri, gökleri, cenneti, cehennemi, sidreyi, kürsiyi kaplayan ilâhî taht ve hükümranlık demektir. Arş konusunda genel olarak üç görüş vardır: 1- Arş ile en büyük cisim kastedilmiştir. Bu anlamda kurulmuş, çatılmış ve tamamlanmış her binaya da arş denir. Cenab-ı Hak da gökleri ve yeri yarattıktan sonra bunların her birinin şeklini, yüksekliğini, birbirleriyle uyum ve orantı özelliklerini de vermiştir. Bu husus Kur'ân'da şöyle açıklanmıştır. "Görmekte olduğunuz gökleri direksiz olarak yükselten, sonra arşa istivâ eden, güneşi ve ayı emrine boyun eğdiren Allah'tır. (Bunların) her biri muayyen bir vakte kadar akıp gitmektedir. O, Rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanmanız için her işi düzenleyip âyetleri açıklamaktadır." (Ra'd, 13/2) 2- İslâm bilginlerinin çoğuna göre arş ile kastedilen, gökleri kaplayan o büyük cisimdir. İşte kâinattaki bütün cisimleri kuşatan ve mahiyetini bilemediğimiz bu arş, her şeyden önce yaratılmıştır. Daha sonra sırasıyla su, gök ve yer yaratılmıştır. "O, hanginizin amelinin daha güzel olacağı hususunda sizi imtihan etmek için, Arş'ı su üzerinde iken, gökleri ve yeri altı günde yaratandır." (Hûd, 11/7) 3- Arş'tan maksat mülktür. "Falan kimse, arşına hakim oldu" denir. Bu ifade o kimsenin, mülküne sahip olduğu anlamına gelir. Şu âyetlerdeki "arş" kelimesi de Hz. Yusuf'un ve Saba Melikesi Belkıs'ın tahtı anlamında kullanılmıştır. "Ana ve babasını tahtının üstüne çıkartıp oturttu ve hepsi onun için (ona kavuştukları için) secdeye kapandılar" (Yûsuf, 12/100). "(Sonra Süleyman müşavirlerine) dedi ki: Ey ulular! Onlar teslimiyet gösterip bana gelmeden önce, hanginiz o melikenin tahtını bana getirebilir?" (Neml, 27/38) Arş hakkındaki müşterek kanaatı şu şekilde özetlemek mümkündür: Mahiyeti Allah ve kâinatla ilişkisi ne olursa olsun, Arş'ın varlığını kabul etmek gerekmektedir. Çünkü ilâhî azamet ve saltanatın sembolü sayılan ve meleklerce taşınıp çevresinde dönülen ulvî bir makam olduğunu inkâr etmek, Nasslara aykırı düşmektedir.