Ammar Bin Yasir (r.a.) Kimdir?

Konusu 'İslam büyüklerinin hayatları' forumundadır ve Lasey tarafından 27 Aralık 2016 başlatılmıştır.

  1. Lasey

    Lasey Admin

    AMMAR B. YASİR

    Müşriklerin büyük işkencelerine duçar olan ilk sahabilerden biri. Adı Ammar, künyesi Ebû Yakazan, babası Yasir, annesi Sümeyye idi. Kaynaklarda nesebi şöyle kaydedilir: Ammar b. Yasir b. amir b. Malik b. Kinane b. Kays b. Hasin b. el-Vedim b. Sa'lebe b. Avf b. Harise b. amir el-Ekber b. Yamğ b. Anes b. Malik el-Anesi elKahtanî. (İbnü'l-Esîr, Üsdü'l-Gabe,IV, I, 44).

    Ammar'ın babası, aslen Kahtanlı'ydı. Öz yurdu Yemen'di. Yasir, Yemen'den çıkarak Mekke'ye geldi. Yanında oğulları Haris ve Malik de vardı. Burada Mahzumoğullarının müttefiki oldu, Ebu Huzeyfe b. el-Muğîre el-Mahzûmî'nin cariyelerinden Sümeyye ile evlendi. İşte Ammar, bu evlilikten doğmuştur. Ebû Huzeyfe, Ammar'ı çok severdi. İkisi adeta büyükbaba ve torun gibiydiler (İbn Sa'd, Tabakatü'l-Kübra,III, 247).

    Ebû Huzeyfe'nin ölümünden sonra Mekke'de İslamî davet gittikçe ilerledi. Resulullah (s.a.s.) Erkam b. Ebi'l-Erkam'ın evinde bulunduğu sırada Süheyb-i Rûmî Hz. Peygamber'e giderek müslüman oldu. Suheyb, yakın arkadaşı Ammar'ı da Allah Resulü'ne götürüp onun da müslüman olmasını sağladı. Ammar, Resulullah'ın huzurundan çıktıktan sonra evine gelip, anne ve babasına da İslam'ı anlattı. O gün onlar da İslam'a girdiler.

    Buharî'nin rivayetine göre Ammar der ki: "Resulullah (s.a.s.)'ı gördüğüm zaman etrafında beş köle, iki kadın ve Ebû Bekir (r.a.) vardı. Aslında Ammar'ın İslam'a girdiği günlerde müslümanlar daha fazlaydı. Fakat, bunlar, müslümanlıklarını açığa vurmadıkları için Ammar'ın onları sayamaması tabiidir. Bu sırada müslümanlar Kureyş'in zulmünden çekindikleri için dinlerini açıkça ortaya koyamıyorlardı (İbnü'l-Esîr, Üsdü'l-Ğabe, IV, 44).

    Ammar, Mekke'de yabancı bir adamdı. Annesi cariye ve babası da Kureyşli değildi. Bunun içindir ki, onun bu şehirde malı ve mülkü olmadığı gibi, iktidar ve nüfuzu da yoktu. Annesi, Mahzumoğullarının cariyelerindendi. Müslüman olunca efendileri çileden çıkmış ve ona türlü türlü işkence ve cefalar çektirmişlerdi. Fakat iman şuuru, ilk müslümanların kalbinde o kadar derin bir şekilde yerleşmişti ki, bunlar imanları yüzünden uğradıkları her mihnet ve meşakkati nimet sayıyorlardı.

    İman, onların iliklerine işlemişti ve bu yüzden İslam uğrunda hiç bir şeyden korkmuyorlardı. İşte İslam tarihinde ilk şehid Ammar'ın annesi Sümeyye oldu. Sümeyye ve eşi Yasir Mekke yöneticileri olan müşrikler tarafından aynı günde şehit edilmişlerdi.

    Ammar bir gün Hz. Peygamber'e kendisinin ve ailesinin uğradığı eza ve cefadan bahsetti. Resulullah (s.a.s.)'da ona: "Sabrediniz, sabrediniz, siz Ammar'lar, Allah'ın lütfuna mazhar olacaksınız." buyurdu. Başka bir gün de Resulullah, Ammar ailesini Cennet'le müjdelemişti.

    Bir gün müşrikler Ammar'ı gaddarca işkencelere uğrattılar, yapmadıkları eza tatbik etmedikleri işkence kalmadı. Hz. Ammar, bu korkunç ve dayanılmaz işkenceden kurtulmak için, onları hoşnut edici birkaç söz söylemek zorunda kaldı. Kafirler, mustas'af ve himayesiz bir adama yaptıkları eza ve cefalarla söylettikleri sözlerden memnun olarak onu serbest bıraktılar. Hz. Ammar, müşriklerin elinden kurtulur kurtulmaz, koşa koşa Resulullah'ın huzuruna vardı ve olanları anlattı. Kendisini kızgın kumlara yatırdıklarını ve kuyuya sarkıttıklarını, eğer Lat ve Uzza lehinde ve Resulullah aleyhinde konuşursa bırakacaklarını, aksi takdirde öldüreceklerini; durumun ciddiyetini görünce de sırf kendini kurtarmak için diliyle bazı şeyler söylemek zorunda kaldığını anlattı. Bunları anlatırken bir taraftan da gözlerinden yaşlar boşanıyordu. Bu manzara karşısında Resul-u Ekrem (s.a.s.) şöyle buyurdu!

    -Ammar! kalbine sor, kalbini nasıl hissediyorsun ?

    -Ya Resulallah, kalbim, imanın verdiği zevkli duygularla dopdolu!

    -Ammar! tekrar böyle muamelede bulunurlarsa, sen de onların dediklerini yap (Nesai, İman, 17)

    Resulullah'ın bu ruhsatı vermesinin ardından şuayet-i kerime nazil oldu.

    "İnandıktan sonra Allah'ı inkar eden, kalbi imanla yatışmış olduğu halde inkara zorlanan değil, fakat küfre göğsünü açan, küfürle sevinç duyan kimselere Allah'dan bir gazap iner. İşte onlar için büyük bir azap vardır." (en-Nahl, 16/106).

    Böylece müminlere tehlike karşısında kurtuluş için diliyle inkar eder gibi davranma ruhsatı verilmiştir (İbn Sa'd, Tabakat, III, 248).

    Ammar'ın annesi ve babası İslam davasının ilk şehitleridir. Bu itibarla Ammar ailesinin İslam tarihindeki mevkii çok büyüktür. Hz. Ammar, anne ve babasının İslam davası uğrunda şehit olduklarını görmekle imanı daha da artmış, müşriklerin bütün eza ve cefalarına göğüs germişti. Bütün ashab onun bu fedakarlığını, herkes için bir ibret numûnesi olan hallerini yad ederlerdi. Said b. Cübeyr ile Abdullah b. Abbas (r.a.) Ammar'ın ancak en dayanılmaz işkencelere uğradığı anlarda müşriklerin elinden kurtulmak için birkaç söz söylediğini beyan ve ifadede birleşirler. Hz. Ammar, uğradığı bütün bu müşkülleri, giriftar olduğu bütün işkenceleri derin bir sabırla karşılamış kalbinde yerleşen tevhîd inancı, bir lahza bile sarsılmamış; çölün kızgın kumları, kızgın kayaları sırtını ve göğsünü yaktığı veyahut sular içine daldırılarak boğulmak istendiği zamanlarda bile kalbi hep kelime-i tevhid ile çarpmıştı.

    Ammar b. Yasir'in Habeşistan hicretine katılıp katılmadığı konusunda ihtilaf vardır. Bazılarına göre, iki Habeş hicretinde de bulunmuştur. Hz. Ammar Medine'ye ilk hicret edenlerden idi. Hz. Ammar, Medine'de Hz. Münzir b. Abdülmübeşşirin misafiri oldu. Resulullah (s.a.s.) Medine'ye gelince, onu, Hz. Huzeyfe b. Yeman el-Ensarî ile kardeş yaptı. Ammar, bu din kardeşinin verdiği arazî parçasında çalıştı. (İbn Sa'd, Tabakat, III, 249).

    Resulullah'ın Medine'ye gelmesi üzerine ilk yapılan iş, mescid inşasıydı. Resulullah bizzat ashabıyla beraber bu inşaattà çalıştılar. Ammar da bütün gücünü sarfederek herkes bir taş getiriyorsa o iki taş getirip, sürekli şu sözleri terennüm etmişti: "Biz müslümanlar, mescidler inşa ederiz!.. "

    Ebu Said el-Hudrî der ki: Hepimiz mescid için birer taş taşıdığımız halde, Ammar ikişer taş taşıyordu. Resulullah, onu görünce üzerindeki tozları silkeleyerek şöyle buyurmuştu: " Vah Ammar vah! Seni azgın bir topluluk öldürecektir. Sen onları Hakk'a davet ederken, onlar seni Cehennem'e çağıracaklar. "

    Yine bir defa, başka bir münasebetle Resulullah şöyle buyurmuştur: "Eyvah, Sümeyye'nin oğlunu azgın bir topluluk öldürecektir. " (İbn Sa'd, Tabakat, III, 252).

    Ammar b. Yasir Bedir gazasından başlayarak Tebük gazasına kadar Rasûlullah'ın bütün cihad hareketlerine katıldı. Her savaşta gösterdiği cesaretle varlığını ortaya koydu. Hiç bir gün Resul-u Ekrem'in gazvelerine katılmaktan geri durmadı. Resulullah'ın vefatından sonra, Hz. Ebu Bekir (r.a.) devrinde yapılan önemli cihat harekatlarında da aynı şecaat ve cesaretle savaştı. Hz. Abdullah İbn Ömer* der ki: Yemame'de mürtedlere karşı yapılan savaşta öyle bir yiğit gördüm ki, düşmanların saflarını yerle bir ediyor, etrafındaki bahadırlara "Cennet ilerdedir!..." diyordu. Araştırdım, bu bahadır insanın Ammar b. Yasir olduğunu öğrendim. İşte bu bahadır mümin Yemame savaşında bir kulağını kaybetmişti.

    Resulullah, Ammar'ı çok sever ve korurdu. Bir gün Ammar, Halid İbn Velîd ile tartışmış, Resulullah bu tartışmayı duymuş ve Halid (r.a.) Resulullah'a Ammar'ı şikayet yollu ve ağır sözlerle ithama başlayınca Ammar ağlamıştı. Bunun üzerine Resulullah: "Kim Ammar'a düşmanlık ederse Allah'a düşmanlık etmiş olur. Ammar'a düşman olanın düşmanı Allah'tır." (Ahmed b. Hanbel, IV, 89, 90) buyurmuştu. Halid İbn Velîd (r.a.) olayın devamını şöyle anlatmıştır. "Resulullah'ın yanından çıktım. Ammar'ın hoşnutluğunu kazanmaktan başka bir arzum kalmamıştı. Yolda Ammar'a kavuştum ve onun gönlünü almağa çalışıp kendimi affettirdim."

    Hz. Ammar, Hz. Ömer (r.a.) devrinde Kûfe valiliğine tayin olundu. Hz. Ömer, tayin için yazdığı emirnamede şöyle demişti:

    "Size Ammar b. Yasir'i emir, Abdullah b. Mes'ud'u öğretici olarak tayin ettim. Her ikisi de Bedir'e katılanlardandır. Onları dinleyiniz ve onlara itaat ediniz. İbn Mes'ud'u, yanımda alıkoymayı tercih ettiğim halde, sizi kendi nefsime takdim ettim ve onu size gönderdim. Osman b. Hanif'i de Irak'a gönderdim. Bunların yevmiyeleri bir koyundur. Onun yarısını Ammar'a verin ve kalanını da diğer ikisi arasında taksim edin. " (İbn Sa'd, Tabakat, III, 252).
     
  2. Lasey

    Lasey Admin

    Hz. Ammar, bir sene dokuz ay kadar Kûfe'yi mükemmel bir şekilde idare etti, fakat bir süre sonra Kûfe'nin ileri gelenlerinin isteklerine boyun eğmemesi yüzünden, hoşnutsuzluk ile karşılaştı. Hz. Ammar'ın tutumundan şikayetçi olan Kûfe'liler isteklerini sürekli Hz. Ömer'e bildirip durdular. Onun, vazifesini yürütme kudretinde olmadığım ve ona itimat etmeyeceklerini söylediler. Sonunda Hz. Ömer, Ammar'ı azlederek, yerine Ebu Musa'l-Eş'ari'yi tayin etti. Kûfelilerin Ammar aleyhinde söyledikleri: Onun siyasete vakıf olmadığı, kifayetsiz olduğu ve memuriyetin sorumluluğunu takdir etmediği gibi şeylerdi. Hz. Ömer (r.a.) Hz. Ammar'ı azlettikten sonra: "Azlolunmaktan üzüldün mü?" diye sormuştu. Hz. Ammar: "Valiliğe tayin olunmaktan memnun olmamıştım, fakat azlimden de müteessir oldum ! .." dedi .

    Hz. Osman devrinde, karışıklıklar başladığı zaman; müminlerin emiri Hz. Osman (r.a.) bunun sebebini öğrenmek için belli başlı bölgelere en güvenilir sahabîleri teftişle görevlendirdi. Bu arada Hz. Ammar'ı da Mısır'a gönderdi. Hz. Ammar, Mısır'da olup bitenleri araştırıp, inceleyerek sonucu Halife'ye bildirecekti. Basra, Kûfe, Şam gibi önemli merkezlere gönderilenler, vazifelerini yerine getirerek sevindirici haberlerle döndükleri halde Hz. Ammar, çok gecikti. Hatta Medine'de onun akıbeti hakkında endişeler bile belirmişti. Nihayet Mısır valisi Abdullah b. Ebi's-Serh, yazdığı mektupta Halîfeye durumunu bildirdi. Vali mektubunda şöyle diyordu: "Ammar b. Yasir'i, Mısır'da bir grup kendisine çekerek, etrafında toplandı."

    Cemel olayından sonra Hz. Ali, Muaviye'ye karşı hareket edince iki taraf Sıffîn mevkiinde buluştular. Hz. Ammar, Halife Hz. Ali'nin ordusunda yer aldı. Bu savaşta en çok gayret gösteren ve canla başla çarpışan Hz. Ammar idi. Amr b. el-as, Muaviye ordusundaydı. Muharebenin en şiddetli anında Ammar, ilerleye ilerleye Amr b. el-as'ın yanına varmış ve aralarında şöyle bir konuşma olmuştu:

    Ammar:

    -"Amr! Mısır valiliğini ele geçirmek karşılığında dinini sattın!" Amr:

    "-Hayır, öyle bir şey yok, fakat ben, Hz. Osman'ın katillerine kısas uygulanmasını istiyorum demişti."

    "-Ben seni nasıl tanıyorsam, senin hakkında öylece şehadet ederim. Sen Allah için böyle bir şey yapmazsın. Belki bugün ölmezsen, yarın öleceksin. Herkese niyetine göre hakkı verildiği zaman sana ne verileceğini düşün. Sen, bugün İslam devletinin bayrağını taşıyan adama karşı, Resulullah'ın hayatında da üç defa savaşa katıldın. Bu da dördüncüsüdür. Senin bu seferki hareketin daha öncekilerden daha iyi ve doğru değildir!..." (İbn Sa'd, Tabakat, III, 259).

    Bilindiği gibi Amr b. el-as, Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarında müşrik ordusu saflarındaydı. Kendisi Hendek muharebesinden sonra müslüman olmuştu. İşte Hz. Ammar, ona bunu ima etmek istiyordu. Sıffin günlerinin birinde, güneş batmak üzereydi ve savaş bütün şiddetiyle devam ediyordu. İftar zamanı geldi ve oruçlu olan Ammar çevresindekilere: "Bana bu dünyadaki son rızkımı veriniz!.." diye seslendi. Ona bir miktar süt getirdiler. Ammar sütü içtikten sonra: "Bugün dostlara kavuşacağım, Muhammedi'me, arkadaşlarına varacağım," dedi. Bir gün Hz. Peygamber (s.a.s.) ona: "Ammar, senin dünyada son rızkın süt olacaktır." demişti. İşte bu gün Ammar, onu hatırladı. Olanca gücüyle Muaviye tarafına saldırdı. Bu sırada İbn-i Cadiye adında biri onu yaralayarak yere düşürdü ve Ammar şehit oldu. Ammar'ın şehit olması üzerine ortalık karıştı. Herkes ne yapacağını şaşırdı. Zaten akşam olduğundan savaş da durmuştu (İbnü'l Esîr, Üsdü'l-Ğabe, III, 134).

    Hz. Ali tarafında bulunan Abdurrahman es-Sülemî, Ammar'ın şehit olduğu akşam Muaviye'nin ordugahına gitti. Zaten, akşamları savaş bittikten sonra iki tarafın adamları birbirleriyle konuşmayı alışkanlık haline getirmişlerdi. Muaviye, Amr b. el-as, Ebu'l-Aver ve Abdullah b. Amr b. El-as, oturmuş konuşuyorlardı. Amr b. el-as'ın oğlu Abdullah babasına: "Ammar'ı niçin öldürdünüz? Resulullah'ın onun hakkında ne dediğini bilmiyor musunuz?" dedi. Amr b. el-as: "Ne buyurdu?" diye sordu. Abdullah'da şu açıklamayı yaptı: Medine Mescidi inşa olunurken, en çok çalışan Ammar'dı. Herkes bir taş taşırken o, iki taş taşıyordu. Resulullah Ammar'ı okşamış ve yüzündeki tozları silerken şöyle buyurmuştu: 'Sümeyye'nin oğlu, herkes birer taş taşırken, sen fazla ecir kazanmak için ikişer taşıyorsun. Bununla beraber seni, azgın bir topluluk katledecektir!. Oğlunun bu sözlerini duyan Amr şaşkına dönmüştü. Muaviye araya girerek durumu kurtardı: "Ammar'ı biz öldürmedik, onu buraya getiren ve herkesi çadırından evinden çıkartıp, buraya yollayanlar öldürdü!." Böylece Muaviye, kendini de teselli etmek istemiştir (İbn Sa'd, Tabakat, III, 252; İbnü'l-Esîr, el-Kamil fi't-Tarih, III, 311; İbn Hacer, el-İsabe, II, 513).

    Hz. Ali, Ammar'ın şehit olduğunu öğrenince çok üzüldü: "Allah, Ammar'a rahmet eylesin. O. Resulullah'ın etrafında dört-beş kişi varken müslüman oldu. O da, anne ve babası da Allah'ın mağfiretine mazhar olacaklardır. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.s.), Ammar ailesini Allah'ın mağfiretiyle müjdelemişti." dedi. Sonra şunları ekledi: 'Ammar'ın katili elbette Cehennem'liktir." Bundan sonra Ammar, teçhiz ve tekfin edilerek Kûfe mezarlığına defnolundu. Şehit olduğu zaman doksanbir yaşında idi.

    Hz. Ammar, üstün ahlaka sahipti. Hayatta hiçbir debdebe ve sefahate boyun eğmemişti. Zühd ve takva sahibiydi. Fitne ve fesattan sakınmakla beraber, onun elinde olmayarak bu olaylara karışması, uğradığı ilahî bir imtihandı. Son derece sade yaşayan mütevazî bir zattı. Toprak üzerinde yatmayı, en rahat döşekte yatmaya tercih ederdi.

    Hz. Ammar, Hz. Ali'nin en hararetli taraftarıydı ve onun bütün muharebelerine iştirak etmişti. Kendisine bu davranışının mahiyeti sorulduğunda, davasının müdafaasını yapmayarak sadece hakikati söylemişti. Ubad, Ammar'a şunu sormuştu:

    -Ey Eba Yakazan! Sizin bu hareketiniz kendi görüş ve içtihadınızın meyvesi midir? Yoksa size Resulullah'ın bu konuda bir vasiyeti mi vardır?

    Ammar, şu dürüst cevabı vermişti:

    -Resulullah, herkese ne vasiyette bulunduysa bize de aynısını vasiyet etti. Şimdiki davranışımız kendi ictihadımızdır (Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 263).

    Ammar bu cevabı vererek, gerek kendisinin bir tarafa katılarak o tarafın davasına hizmet etmekte ve gerekse Hz. Ali'nin siyasi hasım tanıdığı taraflara karşı harb şıkkını seçmekte, sadece ve sadece kendi görüş ve ictihadlarına uyduğunu göstermiştir. Gerçek olan bir husus vardır ki, o da Hz. Ali ve Hz. Ammar'ın kanaatlarında, görüş ve ictihadlarında samimi oldukları ve İslam devletinin varlığını korumağa gayret ettikleridir. Her ikisi de tuttukları yolun doğruluğuna kani idiler ve bu yolda sebatla yürüyorlardı. Hz. Ammar, tercihinin doğru olduğuna inanmasaydı, o yolda bir adım bile atmazdı. İslam devletinin menfaatini Hz. Ali'ye iltihakta gördü; yaşının ilerlemiş olmasına rağmen, ona arka çıkmaktan geri kalmayıp, nihayet savaş alanında can verecek derecede fedakarlık ve sebat gösterdi.

    Daha önce Hz. Ammar'ın akîdesi uğrunda müşriklerden gördüğü işkencelere nasıl göğüs gerdiğini ve gözleri önünde annesiyle babasının müşrikler tarafından nasıl şehit edildiklerini kaydetmiştik. Ammar, bu derin ve samimi imanını, İslamî farzları ifa ile ve gece-gündüz ibadet ve taatla çalışarak takviye ederdi. İbn Abbas şöyle der: "Şu ayet-i kerîme Ammar hakkında nazil olmuştur: "O ki, gecelerini sücûd ve kıyam ile geçirerek ahiretten korkar ve Allah'ın rahmetini ümit eder." (ez-Zümer, 39/9).

    Gerçekten Hz. Ammar, daima huzur ve huşu' içinde yaşayan, namazlarında bu halden zerre kadar ayrılmayan bir sahabî idi.

    Ebu Vail şöyle anlatır. Hz. Ammar, bir gün bize son derece veciz ve beliğ bir konuşma yaptı. Sonra minberden indi. Ona: "Ya Eba Yakazan! Çok beliğ ve veciz söyledin, biraz daha uzatsaydın olmaz mıydı?" diye sorduğumuzda şu cevabı verdi: "Resulullah'ın şu sözleri söylediğini duydum: "Bir adamın namazında uzunluk, hutbesinde kısalık, onun fıkıhtaki alimliğini gösterir. Onun için namazı uzatınız, hutbeleri kısaltınız. Beyanda cezbedici bir özellik vardır. " (Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 264).

    Hz. Ammar; hiç bir namazını kazaya bırakmazdı.O, bir zamanlar su bulunmayan bir yerde gusûle ihtiyaç duydu, bir hayvanın yerde sürünmesi gibi topraklarda sürünüp teyemmüm ederek namazını eda etti Hz. Ammar, daha sonra bu durumu Resulullah'a anlatınca o da, Ammar'a teyemmümü öğretti.

    Ammar Kûfe'deki valiliği sırasında cuma namazında Yasin Suresi'ni okurdu. Bilhassa hutbelerinde son derece kısa, veciz ve beliğ sözlerle yetinir ve böylece Resulullah'ın sünnetine uyardı.

    Ammar b. Yasir uzun boylu, beyaz tenli, gayet yakışıklıydı. İslam'ın yücelmesi, yeryüzünde hakim olması için büyük gayretler gösteren bu sahabi, İslam devletinin varlığına gölge düşmesin ve İslam toplumunun vahdeti zedelenmesin diye katıldığı Sıffîn olayında şehit olmakla, kendisinden sonraki nesle örnek olmuştur.