Allah Şaşırtmasın Demek Doğru mudur Allah İnsanı Şaşırtır mı? “Allah şaşırtmasın” ifadesini kullanmak caizdir. Bu ifadeden kasıt nefsimize uyup da yanlış yola sapmamamız için edilen bir duadır. Hayır ve şerrin Allah’tan olması cihetiyle, insanları hidayete erdiren ve dalalete düşüren ancak O’dur. Önce şunu belirtelim. Cenab-ı Hakk’ın dilediğine hidayet buyurması caizdir. İnsanları saadete erdiren ve şekavete düşüren ancak o dur. Lakin yüce Rabbimizin bir kulunda dalalet yaratması, o kulun kendi cüzi iradesini kötüye kullanması sebebiyledir. Yoksa, kul kendi kabiliyetini dalalet yoluna yöneltmedikçe, Cenab-ı Hak onu o yola sevk etmez. Aynı durum hidayet için de söz konusudur. Nasıl ki insan rızık için gerekli bütün teşebbüsleri yaptıktan ve sebeplere başvurduktan sonra neticeyi Allah’tan bekler. Zira Rezzak (rızık verici) ancak Odur. “Men yehdillahu fela mudille leh. Ve men yudlil fela hadiye leh: AIlah (C.C) bir kimseyi hidayete erdirirse kimse onu saptıramaz. O kimi de, dalalete iterse, kimse onu hidayete getiremez.” Mana olarak, hidayet; doğru yol, rüşd, peygamberlerin gittiği istikametli olandır. Dalalet ise, sapıkların yolu; doğru yolu kaybetme ve istikametten ayrılma demektir. Dikkat edilirse, bunların her ikisi de birer iş, birer fiildir. Ve insana ait yönü ile birer ufûle, birer fonksiyondur. Bu itibarla, bunların her ikisini de Allah’a vermek gereklidir. Arzettiğimiz gibi, her fiil Allah tarafından yaratılmaktadır. Allah’ ın tasarrufu dışında olan hiçbir fiil gösterilemez. Dalaleti (yoldan çıkmayı), “Mudil” isminin gerekçesiyle yaratan, hidayeti (doğru yola ulaşmayı), “Hadi” isminin tecellisine bağlayan ancak Allah (C.C)’dir. Evet, ikisini veren de Haktır. Ama, bu demek değildir ki; kulun hiçbir müdahalesi, alakası olmadan, Allah tarafından zorla yoldan çıkarılıyor veya hidayete yani doğru yola sevk ediliyor da, o da ya dall (sapık) veya raşid (dürüst) bir insan oluyor. Bu meseleyi kısaca şöyle anlamak da mümkündür: Hidayete ermede veya dalalete düşmede, işlenen bir fiil ne kadarsa; mesela, bu iş on ton ağırlığında bir iş ise, bunun onda birini dahi insana vermek hatadır. Hakiki mülk sahibi Allah’tır ve o iş mutlaka mülk sahibine verilmelidir. Bunu bir örnekle izah edecek olursak: Allah hidayet eder ve hidayetinin vesileleri vardır. Camiye gelmek, nasihat dinlemek, fikirlerini nurlandırmak, hidayetin birer yoludur. Kur’an-ı Kerim’i dinlemek, manasını araştırıp derinliklerine nüfuz etmek de hidayet yollarındandır. Resûl-i Ekremin (S.A.V) huzuruna gitmek, ders verirken önünde oturmak, onu can kulağı ile dinlemek; veyahut, bir İslam aliminin dersini dinlemek, onun cenneti andıran iklimine girmek, onun gönülden ifade edilen sözlerine kulak vermek ve ondan gelen tecellilere gönlünü ayna yapmak, hidayet yollarından birer yoldur. İnsan bu yollarla, hidayete yakınlamış olur. Evet, camiye geliş küçük bir yakınlaşma olsa da, Allah (C.C) camiye gelişi hidayete vesile kılabilir. Hidayet eden Allah’tır; fakat, bu hidayete ermede Allah’ın kapısını, “kesb” ile yani istemek fiiliyle çalan kuldur. İnsan, meyhaneye, puthaneye gider; böylece “Mudill” isminin kapısının tokmağına dokunmuş ve “Beni saptır”demiş olur. Allah da isterse onu saptırır. Ama dilerse engel çıkarır, saptırmaz. Dikkat buyurulursa, insanın elinde o kadar cüzi bir şey vardır ki, bu ne o hidayete ne de dalalete hakiki sebep olacak mahiyette değildir. Şöyle bir misal arz edeyim: Siz, Kur’an-ı Kerimi ve vaz u nasihatı dinlediğiniz keza, ilmi bir eser okuduğunuz zaman, içiniz nûra gark olur. Halbuki bir başkası minarenin gölgesinde ezan-ı Muhammediyi duyarken, vaz u nasihati işitirken, hatta en içten dualara kulak verirken rahatsız ve tedirgin olur da; “Bu çatlak sesler de ne?” diye ezanlar hakkında şikayette bulunur. Demek oluyor ki; hidayet eden de, dalaleti veren de Allah’tır (C.C). Ama bir kimse delaletin yoluna girdiyse, Allah (C.C) da, binde 999,9 ötesi kendisine ait işi yaratır; -tıpkı düğmeye dokunma gibi- sonra da insanı, dalalete meyil ve arzusundan ötürü ya cezalandırır, veya afveder.