Allah İnsanın Şah Damarından Daha Yakındır

Konusu 'Dini sohbetler' forumundadır ve Lasey tarafından 5 Şubat 2018 başlatılmıştır.

  1. Lasey

    Lasey Admin

    Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona verdiği vesveseyi de biz
    biliriz. Çünkü biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kaf, 50/16)

    “Yakın” ve “uzak” ifadelerini duyduğumuzda, hemen hepimizin belleğinde onlarla ilgili bir anlam canlanır. Bu tür ifadeler çoğunlukla zaman ve mekanla ilgili kavramlar olarak zihin dünyamızı meşgul eder. Maddî olan ve bir mekanda yer tutan varlıklar, birbirlerine göre yakında veya uzakta bulunurlar. Masanın bize uzaklığı, yakınlığı gibi… Oysa insan zihninin tasavvur edebileceği her türlü madde ve mekandan münezzeh olan yüce Rabbimiz, yarattığı varlıklara “habl-i verid-şah damarından” benzetmesiyle kendi nefislerinden daha yakın olduğunu ifade etmektedir. Habl-i verid; insanın beynine kan taşıyan ve hayati önem taşıyan ana damarlardır. Onların işlevsiz hale gelmesi halinde, beyin fonksiyonlarını tamamen kaybeder, hayat durur. Tabii ki bu mesaj, yakınlığın odağındaki varlık olan insanadır. Bu itibarla habl-i veridsiz yaşayamayan insanın, kendisini uzak hissettiği Rahman’dan yoksun olarak yaşaması da düşünülemez. Aynı şekilde, geçmiş ve gelecek gibi kavramlara yüklediğimiz anlamlarla ifade ettiğimiz zamandan da münezzeh olan Rabbimiz, her bir varlığa onun nefsinden daha yakındır. Bu itibarla yakın ve uzak kavramları, maddi ve manevi yönden bakış açımızın oturduğu zemine ve algı gücümüze göre farklı anlamlar ifade etmektedir. Görülen o ki, Rahman ve Rahim olan Allah’ın, yarattıklarına yakınlığı ve mahlûkatın ondan uzaklığı, zaman ve mekan ölçüleriyle izah edilemez. Ayette yer alan “yakın olma”, mesafe ve mekanla bir ilgi kurulduğunda bizleri yaratan yüce Rabbimiz ile ilintilendirilmesi imkansızdır.

    Allah’ın kuluna, onun hayatiyetinde çok önemli bir görevi yerine getiren şah damarından daha yakın oluşu, şüphesiz onun her türlü ihtiyaçlarını bizzat görmesi, hücrelerindeki her türlü icraatı kudret ve ilmiyle yapması, insana kendi nefsinden daha merhametli olması gibi manalar taşır. Kulun Allah’a yaklaşması ise, onun razı olduğu bir kul olma vadisinde attığı adımlarla yakından ilgilidir. Şüphesiz imanımızdaki güç, amelimizdeki ihlas ve samimiyet, bizleri Mevlamıza yakınlaştıran temel vasıtalardır. İnancımıza göre bizleri yoktan var eden yüce Rabbimiz, gizli-açık her türlü duygu ve eylemimizden haberdardır. O, bizim kalbimizin derinliklerinde, dua ve
    niyaz, sevgi ve nefret, kin ve haset adına gizlediklerimizi de açığa vurduğumuzu da çok iyi işitendir, bilendir. Varlıkta ve darlıkta, sevinçte ve kederde, gece ve gündüzde O’na yönelişimizden haberdardır. Açık bir ifadeyle O (c.c) , bizi bizden iyi bilendir, bize bizden yakındır. O, Alîmdir, Basîrdir, Semîdir. Nitekim gönül dostu büyük aşık Yunus Emre;
    “Sensin bize bizden yakınGörünmezsin hicap nedir?” dizeleriyle, Rabbimizin bu yakınlığını dile getirmektedir. Yüce Rabbimiz, kullarına olan yakınlığını bir başka ayette şu şekilde beyan ediyor:

    “Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve bana iman etsinler. Umulur ki doğru yolu bulmuş olurlar.” (Bakara,
    2/186)

    Yüce Rabbimize olan yakınlığımızın artması için onun rızasına uygun bir yaşam tarzını seçmemiz gerekir. Şüphesiz O’nun rızasının olduğu amellerde hem kendimize hem de topluma karşı bir fayda, maslahat söz konusudur. Peygamberimiz (s.a.s), bir hadislerinde şöyle buyurdular: “Ey insanlar! Yüce Allah temizdir, temiz olandan başka bir şey kabul etmez. Allah’ın müminlere emrettiği şeyler, peygambere emretmiş olduklarının aynısıdır. Nitekim Allah Teala (peygamberlere); ‘Ey peygamberler, temiz olanlardan yiyin de salih amel işleyin’ (Mü’minun, 23/51) emretmiş, müminlere de; ‘Ey iman edenler, size rızık olarak verdiklerimizin temizlerinden yiyin” (Bakara, 2/172) diye emirde bulunmuştur. Sonra seferi uzatıp, saçı başı dağınık, toz toprak içinde kalan ve elini semaya kaldırıp ‘Ey Rabbim, ey Rabbim’ diye dua eden bir yolcuyu zikredip, dedi ki: Bu yolcunun yediği haram, içtiği haram, giydiği haramdır ve (netice itibariyle) haramla beslenmektedir. Peki, böyle bir kimsenin duasına nasıl icabet edilir? buyurdular.” (Müslim, “Zekat,” 65)
    Bu hadisten de anlaşılacağı üzere Yaratanımıza olan yakınlığımız, O’nun dua-larımıza icabeti, kulluğumuzun rızasına uygunluğu, yediğimiz içtiğimiz, kazandığımızla yakından ilintilidir. Sonuç olarak ifade etmek gerekirse, insan aciz bir varlıktır. O zaman kendinin çok güçlü ve kudretli olduğunu düşünür. Ancak hayatında karşılaştığı çoğu olay onun o kadar da güçlü bir varlık olmadığı hissini adeta ona haykırır ve ona “sen muhtaç, aciz, sınırlı gücü ve kudreti olan bir varlıksın” der. İşte bu noktada insan kendisine her dem yakın olan bir varlığa inanma, ona yönelme ihtiyacı duyar. Kalabalıkların yalnızlığında, karanlıkların derinliğinde, çaresizliğin insanı mahkûm ettiği anlarda, gönlün ve zihnin açmazlarında, Rabbe dayanmaya, ona güvenmeye, kendini onun yanında hissetmeye muhtaç olur. İşte O Yaratan, insanı yalnız bırakmadığını, ona ondan daha yakın olduğunu bildiriyor. Bizler de bu inanç ve düşünceyle, asla yalnız olmadığımızı unutmayalım. Zira Rabbimiz bize şah damarımızdan daha yakındır.