Allah (cc) ve Resulüne (sav) itaat

Konusu 'Dini bilgiler' forumundadır ve Adile tarafından 22 Ekim 2013 başlatılmıştır.

  1. Adile

    Adile Admin

    Allah Ve Resulüne İtaat

    Cenab-ı Mevla müberra kitabımız Kur’an-ı Kerim’de mealen şöyle buyuruyor:
    “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz. Böylece Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir.
    De ki: Allah’a ve Rasulü’ne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse hiç şüphesiz Allah kafirleri sevmez.” (al-i İmran, 31-32)

    Ayet-i kerimede Cenab-ı Mevla’ya muhabbetten yani sevgiden bahsediliyor. Alimlerimiz muhabbeti, nefsin, kendisinde kemal olduğunu bildiği bir şeye meyletmesi olarak açıklamışlardır. Bu meyil insanı o şeye yaklaştıracak işlere sevk eder. Demek ki nefs kemal bulduğu şeye meyledip muhabbet besliyor. Şu halde bizim muhabbet duyduğumuz şeylere çok dikkat etmemiz lazımdır. Çünkü muhabbet bizi o şeyin ardına düşürüyor.

    “İlahi muhabbet, Allah’a ve Rasulü s.a.v.’in yoluna uymak, O’na itaatte canı gönülden istekli olmak demektir.”

    Biz tam ve hakiki kemalin Cenab-ı Hakk’a ait olduğunu, O’nun kudretinin sonsuzluğunu, her şeyin O’na muhtaç, O’nun her şeyden münezzeh olduğunu idrak edebilirsek, sevgimiz ancak O’na, O’nun sevdiklerine olur. Bu da tam bir teslimiyetle Hak Teala’ya itaat etmeyi gerektirir. Alimlerimiz muhabbeti, sevdiğine itaatte bulunmayı istemek şeklinde de açıklamışlardır. Bu durumda ilahi muhabbet, Allah’a ve Rasulü s.a.v.’in yoluna uymak, O’na itaatte canı gönülden istekli olmak demektir.

    Müfessirlerimiz yukarıda mealini verdiğimiz ilk ayet-i kerimeyi şöyle tefsir
    etmişlerdir:
    “Cenab-ı Mevla buyuruyor ki: ‘Ey Rasulüm, Allah’ı sevdiğini iddia eden fakat O’nun Rasulü’ne tabi olmayan kimseye de ki:
    – Eğer iddia ettiğiniz gibi siz Allah’ı seviyorsanız, sözlerimde işlerimde ve hallerimde bana uyun ki Allah da sizi sevsin. Yani sizden razı olup kendisine yaklaştırsın ve günahlarınızı bağışlasın. Yani günahlarınızı affedip kusurlarınızı temizleyerek kalplerinizden perdeyi kaldırsın, böylece sizleri yüce huzuruna yaklaştırsın. Allah Teala, taatine sarılıp Peygamberi’ne tabi olanları çok bağışlayıcı ve onlara karşı çok merhamet edicidir.”

    İkinci ayet-i kerimeyi ise şöyle tefsir etmişlerdir:
    “De ki: Size emrettiği ve yasakladığı hususlarda Allah’a itaat edin. Rasulü’nün yoluna tabi olun ve sizi teşvik ettiği hususlarda O’na itaat edin. Eğer bundan yüz çevirirlerse, inkarları sebebiyle Allah’ın gazabına ve azabına düşmüş olurlar. Hiç şüphesiz Cenab-ı Mevla kafirleri sevmez. Yani onlardan razı olmaz, onlara rahmetiyle yönelmez.”

    “Peygamber’den yüz çevirmek küfürdür.”

    Alimlerimiz ayet-i kerimede “Allah onları sevmez” yerine özellikle “Allah kafirleri sevmez” denmesinin önemle üzerinde durmuşlardır. Öncelikle bu hükmün bütün kafirleri içerdiği açıktır. Ayrıca bu ifade şunu da göstermektedir ki, Peygamber’den yüz çevirmek küfürdür. Böyle yapan bir kimse Allah Teala’nın muhabbetinden uzaktır. Çünkü Allah’ın muhabbeti müminlere mahsustur.

    Fahr-i Kainat Efendimiz s.a.v.’e itaat konusunda açık bir hüküm olan bu ayet-i kerimeler Necran hıristiyanlarının, “Biz Mesih’i (Hz. İsa’yı) Allah için sevip hürmet ederek yüceltiyor ve kendisine ibadet ediyoruz.” iddiaları üzerine indirilmiştir. Cenab-ı Mevla onlara cevaben buyurdu ki: “De ki: ‘Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz. Böylece Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir.” (al-i İmran, 31)

    Bu ayet-i kerime indiği zaman münafıkların başı Abdullah b. Übey etrafındaki adamlara;
    – Peygamber, kendisine itaati Allah’a itaat gibi yapıyor, bize hıristiyanların peygamberlerini sevdiği gibi kendisini sevememizi emrediyor, dedi.Bunun üzerine Cenab-ı Mevla ikinci ayet-i kerimeyi indirerek mealen şöyle buyurdu: “De ki: ‘Allah ve Rasulü’ne itaat edin. eğer yüz çevirirlerse hiç şüphesiz Allah kafirleri sevmez.” (al-i İmran, 32)

    Fahr-i Kainat Efendimiz s.a.v. de buyurmuştur ki: “Bana itaat eden Allah’a itaat etmiş olur. Bana isyan eden Allah’a isyan etmiş olur. Benim emirime (başınızdaki imama) itaat eden bana itaat etmiştir, ona isyan eden bana isyan etmiştir.” (Buhari, Cihad, 109; Nesai, Biat, 27, 30)

    Allah ve Rasulü’nü sevmenin ancak onlara itaatle mümkün olabileceği hakikatinin anlaşılması günümüzde büyük önem kazanmıştır.

    Çünkü son iki yüzyıldır zuhur eden Sünnet-i Seniyye üzerinde şüphe ve tereddütler uyandırma, mümkünse hayattan çıkarma bid’atı günümüzde uluorta dile getiriliyor, taraftar topluyor. Sünnet-i Seniyye hak ile batılın ayrıldığı çizgidir. Onun önemsizleştirilmesi, hayatımızdan çekilmesi sadece misvak ve benzeri sünnetlerin unutulması ile sınırlı değildir. Sünnet-i Seniyye bütün hayatımızı kuşatan bir rehber, bir hayat tarzı, müslüman kimliğinin ta kendisidir.

    Ferdi sorumluluklarımızdan toplum ilişkilerimize kadar her adımımız, her fiilimiz Sünnet’in belirleyicilik alanı içindedir. Çünkü Efendimiz s.a.v.’in sözleri ve davranışları; kısaca bütün hayatı müberra kitabımız Kur’an-ı Kerim’in canlı bir tefsiridir. O’nun emir ve tavsiyelerine uyan her söz, her davranışı bizi Allah Teala’nın rızasına götüren birer salih amel niteliği taşır. Fahr-i Kainat Efendimiz evin içinde, sokakta, yalnızken, komşularla ilişkilerde, ibadetlerde, devlet yönetiminde, kısacası hayatın her anında ve alanında biz müminlere yol gösterir. O’nun kılavuzluğu olmadan müslüman olmak ve müslüman kalmak mümkün değildir.

    Alemlere Rahmet Efendimiz s.a.v. bir gün mübarek başını göğe kaldırıp bir süre tefekküre daldıktan sonra şöyle buyurdu:
    – İlim sizden çekilip alındığı zaman haliniz nice olur?!
    Orada bulunan sahabiler biraz şaşkınlıkla şöyle dediler:
    – Ey Allah’ın Rasulü! Bizler Kur’an’ı okuduğumuz, ev halkımıza öğretip durduğumuz halde ilim bizden nasıl çekilip alınır?
    Efendimiz s.a.v.’in cevabı son derece düşündürücü oldu:
    – Tevrat ve İncil yahudilerin ve hıristiyanların elindeyken onlara bir fayda sağladı mı? (Tirmizi; İbn Mace; Ahmed b. Hanbel)

    Gerçekten de Tevrat ve İncil, o ümmetlerin bir süre sonra yoldan çıkmalarına mani olmamıştır. Bu hakikat sadece geçmiş kavimlerin durumunu anlatmakla kalmıyor, aynı zamanda bizi şu hayati sorunun muhatabı kılıyor:

    “İslam ümmetini yahudi ve hıristiyanlarınkine benzer bir hüsrana sürüklenmekten koruyacak olan nedir?”

    Hiç şüphesiz bu sorunun cevabı “Sünnet-i Seniyye”dir. Çünkü yahudiler ve hıristiyanlar peygamberlerinin rehberliğini terk ettiler. Şu halde Sünnet-i Seniyye’nin rehberliği üzerinde şüphe uyandıranların, kendilerini müstağni zannedenlerin varacağı yer iki dünyada hüsrandır. Efendimiz s.a.v., “Nefsimi kudret elinde tutana yemin ederim ki, hevasını (arzu ve isteklerini) benim getirdiklerime tabi kılmayan iman etmiş olmaz.” (Begavi, Şerhu’s-Sünne, 1/213) buyurmuştur.

    Alimlerimizin bu hadiste ifade buyurulan “benim getirdiklerim” ifadesinin sadece Kur’an-ı Kerim’le sınırlı olmadığı, esas vurgunun Sünnet-i Seniyye’nin rehberliği olduğu hususunda aydınlatıcı izahları vardır. Bu dinin hakkıyla öğrenilmesi de yaşanması da ancak Sünnet-i Seniyye’ye ittiba ile mümkündür.

    Müberra kitabımız Kur’an-ı Kerim’de görüyoruz ki, Efendimiz s.a.v.’in peygamberliği noktasında bizim iki türlü mükellefiyetimiz vardır: Kur’an-ı Kerim bizden Allah Teala’ya “itaat” etmemizi isterken; Efendimiz s.a.v.’e hem “itaat”, hem de “ittiba” etmemizi yani uymamızı, bağlanmamızı ister.

    Fahr-i Kainat Efendimiz s.a.v., günlük hayatta izi takip edilen, arkasından gidilen bir rehberdir. Esasen bu durum bütün peygamberler için söz konusudur. Dolayısıyla Sünnet’e riayet eden kimsenin günlük hayatta, iş ve ilişkilerinde, anlayış ve halinde Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz’in izini sürmesi gerekir.

    Cenab-ı Mevla bizleri Rasulü s.a.v.’e muhabbetle itaat ve ittiba edenlerden eylesin.
    Tevfik ve inayetiyle…
     
    Son düzenleyen: Moderatör: 22 Aralık 2016