İSTANBULUN FETHİ Aştık geçilmez dağlar üstünden Öyle vakur, öyle heybetli Vardık ot bitmeyen vadilere Ayağımız değdi yeşerdi! Gönlümüzde büyüklüğü Asya’nın Yıktı köhneliğini orta zamanın Zamanın karanlığı ortasında Şimşek örneği parlayan kılıcımız Nur yağdırdı aydınlık yeni günlere Eskilik, karanlık düşüverince yere, Dağlar, denizler misali, Yol verdi gemilere! Sustu kulakları tırmalayan çan; Burca bayrak dikince Ulubatlı Hasan! İbrahim MİNNETOĞLU ------------------------------- FETİH ZAMANI Havanın mavisinde, denizin yeşilinde Bir türkü, Orta Asya’dan beri duymuşuz. Anamızın sütünden bayraklara kadar Yüce fetihle büyümüşüz. Yakmış gecemizi yıldızlar Burçlardan yana uyanmışız. Bir yazı gibi tepeler alnında Yazılmışız, silinmişiz. Nur ile kuvvet ile aşk ile Kaderin büyüsünü bozmuşuz. Görmüşüz suretini güzelliğin Koca feleklere görünmüşüz. Cihanın yarısı gök; Önünde şehit şehit durmuşuz, Cihanın yarısı İstanbul Almışız. Fazıl Hüsnü DAĞLARCA ----------------------------- Fatih ve Fetih Bin dört yüz otuz iki Edirne’de dünyaya Habib’in cennetle müjdelediği buya Daha yaşı on iki bir vilayette vali O kadar hoşnut mutlu bir sorsanız ahali Molla Gürani ona ilim irfan öğreten Yirmisinde Sultan’dı o dünyayı titreten. Çağ açıp çağ kapatan hükümdar derler ona Cihan İmparatoru İstanbul teslim ona Ne söylesem az kalır çağ kapatan fethine İlk topu o kullandı dünya hayran ilmine. Papa bile elaman etti Bizans zulmüne İstanbul kucak açtı Türk-İslam askerine. Yönetimde çok sertti en önde savaş etti Onu gören askeri sancak ellinde gitti Her savaşta düşmanı kırdı perişan etti Adı Sultan Mehmed’ti bir de Fatih ekletti Ak Şemsettin hocası her dem onun yanında İstanbul’a girince Mehmed Sultan önünde O gün Mayıs’ın üçü bin dört yüz seksen birde İstanbul Maltepe de kabri şimdi Fatih de Kayaturan tüm dünya o Sultan’a hayrandı Yılar geçse de millet hayır duayla andı. Şevki Kayaturan ---------------------------------- FETİH MARŞI Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek; Dağlardan çektiler, kalyonlar çekilecek... Kerpetenlerle surun dişleri sökülecek... Yürü: "Hala, ne diye oyunda oynaştasın? Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın! Sende geçebilirsin yardan, anadan, serden... Senin de destanını okuyalım ezberden... Haberin yok gibidir taşıdığın değerden... Elde sensin, dilde sen... Gönüldesin, baştasın: Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın! Yüzüne çarpmak gerek, zamanenin fendini, Göster: Kabaran sular nasıl yıkar bendini? Küçük görme, hor görme, delikanlım kendini Şu kırık abideyi yükseltecek taştasın; Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın! Bu kitaplar Fatih’tir, selim’dir, Süleyman’dır; Şu mihrap sinanüddin, şu minare Sinan’dır; Haydi, artık, uyuyan destanını uyandır! Bilmem neden gündelik işlerle telaştasın? Kızım, sende Fatihler doğuracak yaştasın; Delikanlım, işaret aldığın gün atandan Yürüyeceksin... Millet yürüyecek arkandan; Sana selam getirdim Ulubatlı Hasan’dan... Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştasın... Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın! Bırak, bozuk saatler yalan yanlış işlesin! Çelebiler çekilip haremlerde kışlasın! Yürü, arslanım, fetih hazırlığı başlasın... Yürü, hala ne diye, kendinle savaştasın? Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın! Arif Nihat ASYA