14 şubat Sevgililer gününü kutlamak caiz midir? Her yıl 14 Şubat’ta kutlanan sevgililer günü Roma Katolik Kilisesi’nin inanışına dayanmakta olup, Valentine ismindeki bir din adamının adına ilan edilen bir bayram günü olarak ortaya çıkmıştır. Kökeni itibarıyla Hristiyan dünyaya ait olsa da zamanla dünyanın birçok yerinde kutlanır hâle gelmiştir. Maalesef sevgililer günü, meselenin dinî hükmü hiç sorgulanmadan ülkemizde de son zamanlarda büyük bir teveccüh görmektedir. Bu güne özel reklamlar verilmekte, sevgililere hediyeler alınmakta, vitrinler süslenmekte ve kutlama adına daha bir sürü faaliyet yapılmaktadır. Tabii ki bu durum kapitalist dünyanın da işine yaramakta ve neticede israf ve tüketim çılgınlığı için bir vesile daha ortaya çıkmaktadır. Dinimizde, mübarek gün ve gecelerin dışında ve bir de Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) mevlid-i şerifi haricinde, özel bir günde özel birilerini hatırlama anlayışı yoktur. Sevgilerimiz, saygılarımız, münasebetlerimiz, irtibatlarımız, dualarımız umumidir, daimîdir. Bu açıdan da batı anlayışı tarafından piyasaya sürülüp içimize kadar girmiş bu gibi özel günlere iltifat etmemek gerekir. Sevgililer gününün ekonomik ve ahlâkî olmak üzere iki yönü vardır. Birincisi, ekonomik olarak, sermaye sahiplerinin ortaya koydukları ve kazanç kapısı hâline getirdikleri bir gündür. Velev ki baştan böyle düşünülmüş olmasa bile, netice itibarıyla öyledir. Diğer uydurma günleri de böyle düşünebiliriz. Anneler günü, kadınlar günü, evlilik yıldönümü vs. İkincisi de insanlar arası ilişkilerin bir nebze iyileşmesine, iyi olan diyalogların artmasına –muvakkaten de olsa- vesile olarak kullanılması. Birinci yönü itibarıyla dikkat edilecek husus; masrafa girilmemesi ve israfa düşülmemesidir. Bu günlere özel düşünülen hediyeler şayet mümkünse bizim maneviyat ve kültür dünyamıza ait daha başka günler vesile edilerek verilmeye çalışılmalıdır. Ayrıca insanlara ulaşmada, kalblerin yumuşamasında, umumî atmosferin bizim hesabımıza değişmesinde bir rolü olacaksa, bu gün bir vesile olarak meşru dairede kullanılabilir. Meseleyi ikinci yönü itibarıyla yani ahlâkî açıdan düşündüğümüzde bu günü ilişkilerin gelişmesi adına değerlendirebiliriz. Ancak biz diğer günlerde de bu ilişkileri devam ettirmeli ve münasebetlerimizin sadece sevgililer günü gibi günlere mahsus olmadığını göstermeliyiz. Böylece, diğer günlerdeki ilgi ve münasebetler vesilesiyle, bu özel olarak tasarlanmış günler nazarlarda silikleşir ve sönük hâle gelir. Neticede insanların zihinlerinde, sevginin, insanî münasebetlerin senede bir günle tatmin noktasına ulaşamayacağı, bunların insanın idrak ettiği her bir gün içinde yaşanması gerektiği fikri yerleşir. Meselenin psikolojik yönüne de belki temas etmekte fayda var: Başka dünyaların mamulü olan bu türlü gün ve geceleri, bizim dünyamızdan çıkmış gün ve geceler gibi benimsememek gerekir. Yani bunlar içimizde yer etmemeli, meylimizi ve dikkatimizi çekmemelidir. Bu günlerde bir maslahata binaen yapmak zorunda kaldığımız şeyler varsa, onları da “zarurete binaen” ve “muvakkaten” kaydıyla yapmalıyız. Yani anlayışımız bu merkezde olmalıdır. Benimseyerek, “iyi oluyor, bu da güzelmiş” diyerek bu günlere sahip çıkmak doğru değildir. Böyle bir sahip çıkmanın tehlikelerini, i’tikadî boyutlara kadar götüren âlimlerimiz vardır. Bu endişe yersiz de değildir zira Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bir hadis-i şeriflerinde: “Kim özenerek bir kavme benzerse, o da onlardandır.”10 buyurmak suretiyle Müslümanları başkalarına benzemeye çalışmaktan men etmiş ve onları kendi kimlik ve değerleriyle var olmaya çağırmıştır. Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) hayatına baktığımızda, giyimiyle, saç ve sakal tıraşıyla, hayat tarzıyla vs. gayrimüslimlere benzemekten kaçındığını ve hep kendi olarak var olduğunu görüyoruz zira giyim kuşamında, konuşmalarında, kutlamalarında vs. başkalarına benzeyenler hiç farkına varmadan duygu ve düşüncede de onlar gibi olmaya başlayacaklardır. Nihayetinde ise bu değişme fantezisi gelip inanca ve dine dayanacaktır. Aslında başka millet ve kültürlerin bu tür alışkanlıklarını benimsemenin önemli bir sebebi de kendi kültür dünyamızdan habersiz olmamızdır. Eğer biz bize ait değerleri dolu dolu yaşasaydık, hiç bu tür fantezilere ihtiyaç duymayacaktır. Mesela bizim için anne baba o kadar kutsal ve o kadar saygı duyulması gereken iki varlıktır ki biz sadece senede bir gün onları hatırlamayı kendimiz için büyük bir ayıp ve kusur sayarız. Sevgililer gününe de bu açıdan bakabiliriz. Burada modern dünyanın “sevgili”den ne anladığını da irdelemek gerekir. Yani kendisi için özel bir gün kutlanan, hediyeler alınan, yemeğe çıkılan sevgili kimdir? Modernitenin algısına baktığımızda meselenin daha çok gayrimeşrû sevgiler etrafında döndüğü anlaşılıyor. Eğer söz konusu sevgili kişinin nikâhlı olduğu eşiyse, böyle özel bir günde neyin kutlamasını yapacaklar? Zira bizim sevgilerimiz, muhabbetlerimiz, aşklarımız bir güne sığacak kadar küçük ve basit değildir. Sevgimizin ifadesi olan hediyeleri bir güne sıkıştırmak da kalb ve ruhtaki ayrı bir darlık ifadesidir. Meselenin bir de fıkhî boyutu vardır. Gayrimüslimlere ait özel günlerde, kutlamalarda, bayramlarda vs. kesilen bir hayvan murdar kabul edilmiş ve böyle bir hayvanın etini yemek câiz görülmemiştir. Aynı şekilde onlara ait günlerde yapılan tatlılar vs. için de aynı hüküm verilmiştir. Hatta ulema, bize ait olmayan, gayrimüslimlerin dünyasında neş’et etmiş bulunan günleri kutlamanın imana zarar vereceği üzerinde durmuştur. Konuyla ilgili olarak Ebû Hafs el-Kebir şöyle demiştir: “Bir adam elli sene Allah’a kulluk etse sonra da Nevruz gününde, bu günü tazim ve yüceltme niyetiyle bir müşrike bir yumurta hediye etse kâfir olur, amelleri iptal edilir.”11 Bütün bu mahzurları mülahazaya alan bir mümin, değişmeme noktasında kararlı olmalı, başkalarına benzememeli ve kendi bayramlarıyla, kandilleriyle, kutlamalarıyla iktifa etmelidir. Anneler günü, babalar günü ve ileride icad edilecek daha buna benzer ne türlü günler varsa, bunların hepsini bu anlattıklarımız çerçevesinde değerlendirebiliriz.