Müfsit, Muslih İkliminde Mü’min ve Münkir’in Durumu

Konusu 'Genel Bilgiler' forumundadır ve Adile tarafından 3 Şubat 2024 başlatılmıştır.

  1. Adile

    Adile Admin

    Müfsit, Muslih İkliminde Mü’min ve Münkir’in Durumu
    Bu konunun tam olarak anlaşılabilmesi için ilk önce ifsad olgusu ile ilgili Kur’an-ı Kerim’de geçen
    iki kaideyi belirtmekte fayda vardır. Bunlardan birincisi ifsadın bir sürece bağlı olarak gerçekleştiği, ikincisi
    ise müfsitlerin bozguncu ve ifsad edici olduklarını hiç bir suretle kabul etmemeleri, aksine ıslahatçı
    olduklarını iddia etmeleridir.
    Birinci hususa Kur’an-ı Kerim’de şöyle vurgu yapılır:

    – “Bir toplum kendi durumunu değiştirmediği sürece, Allah onların durumunu değiştirmez.”

    Külli / İlâhi irade elbetteki insanların hidayetinden, insan topluluklarının ıslahı ve kurtuluşundan
    yanadır. Fakat bir toplum uygunsuz tercihleri neticesinde fıtrat ve hidayet yolundan sapar, karşı karşıya
    bulunduğu ilahi nimetlerin değerini bilmeyip, dalalet yolunda adım adım ilerler ve bu konuda inatçı
    davranırsa, imtihanın sırrına binaen yapılacak bir şey yoktur. İslami de olsa bir toplumun fıtri ekseninden kayması, hidayet rayından çıkması ve zamanla ifsad toplumu haline gelmesi, kısa ya da uzun bir sürece bağlı olarak vuku bulmaktadır. Toplumların ifsadı noktasında bu şekilde işleyen kaide, toplumların iyileşmesi ve ıslahı noktasında da aynı şekilde işlemektedir. Sözün kısası toplumların ıslahı da bir eğitim ve terbiye sürecine bağlı olarak gerçekleşmektedir. Bir başka realite; gerek tarihin seyri içerisinde, gerekse de günümüzde müfsitlerin hiç bir suretle bozguncu ve ifsadçı olduklarını kabul etmemeleri, kendilerini ıslahatçı, yapıcı ve düzeltici olarak lânse etmeleridir. Fesatçıların bu karakteristik ahlâkı Kur’an-ı Kerim’de şu şekilde bildirilmektedir:

    ” Onlara yeryüzünde bozgunculuk yapmayın denildiğinde, biz ancak ıslah edicileriz derler. Dikkat
    edin, onlar bozguncuların ta kendileridir, ancak farkında değillerdir.”

    Hal böyle olunca, ifsad ve ıslah olgularının göreceliği de ortaya çıkmaktadır. Yani ifsadçılar, kokuşmuş sistem ve uygulamalarını ıslahat, çağdaşlık, medeniyet, eğitim ve benzeri masum kavramların arkasına sığınarak yapmaktadırlar. Mümin / muslih ve müslümanlara göre ise ifsad, kişiyi ve toplumu, yaratılış fıtratından, Allah Azze ve celle nin koymuş olduğu kurallardan uzaklaştıran şu veya bu isim altındaki her türlü
    faaliyettir. İlahi kural ve kaidelere uyulmayan yerde ıslahattan bahsedilemez. Kur’an hükümleri ve Hz.
    Peygamber (s.a.v.)‘in pratiğine zıtlık ve aykırılık teşkil eden uygulamaların olduğu bir yerde ıslahtan söz
    edilemez.
    Şurası da bir gerçektir ki, İslâm toplumunun ifsadın eşiğine gelmesinde, İslami yeterliliği olmayan
    veya İslâm ile hiç bir şekilde alâkası olmayan idareci ve yöneticilerin İslâm dışı uygulamaları ve
    dayatmalarının etkisi çok büyüktür. Buna İslâm bilginlerinin veya dini konularda söz sahibi olan
    mercilerin suskunluğu, lâkayıtlığı ve pasifize edilmeleri de eklenince, durum içinden çıkılmaz bir hâl
    almıştır. Nitekim Kur’an ifsad eden idarecileri şöyle beyan eder:

    ‘‘İnsanlardan öyleleri vardır ki, dünya hayatı hakkında söyledikleri senin hoşuna gider. Hatta
    böylesi kalbinde olana (samimi olduğuna) Allah’ı şahit tutar. Halbuki o, hasımların en yamanıdır. O, dönüp gitti mi (yahut bir işin başına geçti mi) yeryüzünde ortalığı fesada vermek, ekinleri tahrip edip nesilleri bozmak için çalışır. Allah, bozguncuları sevmez. Böylesine; “Allah’tan kork!” denilince benlik ve gurur kendisini günaha sevkeder. (Ceza ce azap olarak) cehennem ona yeter. O ne kötü yerdir.‘‘
    Mü’minlerin annesi, Ümmü Seleme (r.anha)‘dan rivayet edildiğine göre Nebi (s.a.v.) şöyle
    buyurmuştur:

    ‘‘Sizin üzerinize birtakım emirler, yöneticiler tayin olunacaktır. Onların dine uygun olan işlerini iyi
    bulur, uygun olmayanlarnı ise hoş karşılamaz, tenkit edersiniz. Kim hoş karşılamaz, kerih görürse
    günahtan korunmuş olur. Kim de tenkit eder, onların kötülüklerine engel olmaya çalışırsa, kurtuluşa
    erer. Fakat kim de razı ve hoşnut olur, onlara uyarsa, isyan etmiş olur.‘‘ Bunun üzerine sahâbe-i kirâm:
    – Ya Resûlallah! Onlarla savaşmayalım mı? dediler. Peygamber Efendimiz:
    – ‘‘Aranızda namaz kıldıkları sürece hayır.‘‘ buyurdu.
    İfsad edilmiş böyle bir toplumun ıslahı; bu kötü gidişatın sona ermesi, öncelikle Allah’tan korkan,
    hesap-kitap ve âhiret endişesi taşıyan imanlı ve İslâmi şahsiyete sahip yönetici, idareci ve âmirlerin;
    hâkezâ, İslâmi yeterliliğe sahip öncü âlimlerin inisiyatif almalarıyla mümkün olacaktır.
    Kur’an, bu vasıflara sahip idarecileri de şöyle tavsif etmektedir:

    ‘‘Onlar (o mü’minler) ki, eğer kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek namazı kılar, zekâtı verirler
    iyiliği emreder ve kötülükten nehyederler. İşlerin sonu Allah’a varır.‘‘

    Hâl bu iken, İslâm toplumunun, mü’min / muslih ve müslüman idarecilerini yetiştirecek
    çalışmaları ivedilikle yürütmesi, kıymetli emanetlerini ve yüce değerlerini teslim edeceği şahsiyetleri kendi bağrından ve kendi kalbinden çıkarması ve kendilerine öncülük edebilecek âlimlere temsiliyet yetkisini tevdi etmesi gerekmektedir. Çünkü Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:
    ‘Her kim, aralarında Allah için daha lâyık olanı varken halktan birini göreve getirirse, Allah’a, Resûlüne ve mü’minlere hıyanet etmiş olur.‘‘

    “İşi nâehle vermek bozunca sıhhatini, Beklemek lazım artık kıyâmet saatini…”(N. Fazıl Kısakürek)

    Bütün bunlardan sonra, şu tesbit özet olarak konunun daha iyi anlaşılmasına vesile olacaktır.
    İfsata uğramış bir toplumun ıslahı; cihet-i sitte dediğimiz her taraftan (önden, arkadan, sağdan, soldan, üstten, alttan) yapılacak ihya, irşad, eğitim ve ıslâhat çalışmalarıyla mümkün olabilecektir. Böyle bir toplumun ıslahı, ticaretinde, siyasetinde, eğitiminde, örfünde âdetinde, kültüründe, sanatında, estetiğinde… yapılacak köklü ıslâhat ile mümkündür. Bu toplumun ıslâhı, bireyden âileye, âilden topluma, camiden okula, okuldan sokağa… her katman ve kategoride yapılacak ıslah çalışmalarıyla mümkündür.

    Bu toplumun ıslâhı, âmirinden memuruna, âliminden avamına, öğretmeninden öğrencisine, kentlisinden köylüsüne, gencinden yaşlısına, kadınından erkeğine… yönelik yapılacak köklü bir eğitim ve bilinçlenme ile mümkün olacaktır. Bu toplumun ifsadı kadından başlayarak olmuşsa, ıslâhı da kadından başlamak suretiyle olacaktır. Bu toplumun ifsadında çağdaş iletişim araçları belirgin rol oynamışsa, ıslahında da bu iletişim araçlarının büyük rolü olacaktır. Bu toplumun ifsadı gençler üzerinden olmuşsa, ıslahı da yine gençler üzerinden olacaktır. Yani anlaşılan şu ki; “Islah, ifsadın yapıldığı noktadan başlamalıdır.” Dolayısıyla, İlâhi öğretiler ve İslâm Medeniyeti perspektifinde toplumun ihyasını, irşadını ve ıslâhını temel gaye edinen, cemaat, cemiyet ve hareketlerin, dâvet ve eğitim çalışmalarını çok geniş bir alanda icra etmeleri, bir köşeye veya bir sahaya sıkışıp kalmamaları gerekmektedir. Aksi takdirde şeytanlar ve müfsitler bulabildikleri her boşluğu bir şekide dolduracak, fitne ve fesat ortalığı kasıp kavurmaya devam edecektir.