Hacc tevhidini anlamak

Konusu 'Hacca gitmek' forumundadır ve Lasey tarafından 27 Ekim 2016 başlatılmıştır.

  1. Lasey

    Lasey Admin

    Mekke, arzla semanın, yerle göğün, şehadet alemiyle gayp aleminin buluştuğu yerdir. Allah
    Teala son olarak buradan bir insanı seçmiş ve onun vasıtasıyla insanlıkla konuşmuştur. Mekke vahyin rahmi ve beşiğidir. Vahiy burada ete, kemiğe bürünmüş, burada büyümüş gelişmiştir. Kutsal burada tecelli etmiş, gayp burada kendini ifşa etmiştir. Bu coğrafya, doğal güzelliklerden mahrum bir yerdir. Neredeyse hiç yeşili olmayan, kayalık dağlar ve vadilerden meydana gelir. Ne yeşillerle, çiçeklerle bezenmiş bağları, bahçeleri ne de içlerinden
    nehirler, ırmaklar çağıldayan ağaçlarla süslü ovaları vardır. Dolayısıyla bu doğal yapısıyla insanın buraları sevmesini sağlayacak gözle görülür hiçbir neden yoktur desek, mübalağa etmiş olmayız. Ama Allah Teala buraları bütün Müslümanlara sevdirmiştir. Mukaddes beldeler müminlerin adeta gözbebeği yerlerdir. Hep buraları ziyaret etmenin arzu ve iştiyakını yaşarlar. Tarihte olduğu gibi günümüzde de milyonlarca insan Mekke’ye,
    Medine’ye gitmek için can atmaktadır. Çünkü bu mekanlar onların hülyalarını ve rüyalarını süslemektedir. Bu asırlardır devam eden bir yolculuktur. Nesilden nesile, kuşaktan kuşağa aktarılan bir sevdadır. İşte Allah Teala bir şeyi sevdirince böyle sevdirmekte, yüceltince böyle yüceltmektedir. Aynı Allah Rasulünü sevdiği gibi… O, yetim olarak doğmuş ve yetim olarak büyümüştü. Sıradan bir çocuk ve genç olarak ömrünün ilk yıllarını geçirmişti. Yetişkinliğinde de Hz. Hatice validemize güvenilir kişiliği dolayısıyla ticaret konusunda yardımcı olmuştu. Allah Rasulü’nün hayatı boyunca ne krallar gibi sarayları, köşkleri, ne de Karunlar gibi servet ve hazineleri olmuştur. Ama Allah Teala kırk yaşlarında onu seçmiş ve inananlara onu sevdirmişti. O, tarihte olduğu gibi günümüzde de milyarlarca müminin sevgisine ve muhabbetine mazhar olmuştur. İşte Allah bir kimseyi sevince, onu
    insanlara böyle sevdirir. Mekke tevhidin merkezi. Dolayısıyla hacı burada tevhidi yeniden anlamaya çalışır. Allah Rasulü asırlar önce putları burada yıkmıştı. Ama insandaki putlaştırma zaafı sona ermemişti. Her çağ, kendi putlarını üretmeye devam
    etmektedir. Putlar kimi zaman maddi formalara, heykellere bürünür. Kimi zaman da insanın nefsi ve ölçü tanımaz hırsları, arzuları olur. Bunlar hayatın biricik gayesi haline gelir. İnsan bütün himmetini ve gayretini bunlar uğruna harcar. Şehvet, şöhret, servet, makam ve mevki davası Allah rızasının önüne geçer. Allah sevgisi ve O’nun buyruklarına tabi olma arzusu, gittikçe önemini kaybeder, hatta tali bir konu haline gelir. İşte tevhidin merkezi Mekke’de hacı adayı, iç dünyasında putlaşma eğilimi gösteren bütün bu duygu ve saplantıları terbiye etmeye çalışır. Her ibadetin kendine has bir özelliği,
    bir yapılış tarzı vardır. Mesela namaz kulun kıyam, rüku, secde vb. belirli hareketlerle Rabbine olan tazimini ifade etmesidir. Oruç, insanın yeme, içme ve cinsel beraberlikten kendini alıkoyması, bu şekilde Rabbinin buyru- ğunu yerine getirmesidir. Birçok sembolik anlamı olan kurban ise belirli hayvanların kanının akıtılmasıdır.

    Hacca gelince, bu ibadetin de bir temel özelliği, bir karakteri vardır. O da ‘yürüyüş’ yani hep hareket halinde olmak dikkati çekmektedir. Mesela bu kutsal yolculuğa Medine’de Allah Rasulünü ziyaretle başladığımızı düşünelim. Bu yolculuk, Mikat’ta ihrama girerek
    Kabe’ye varmak, burada tavaf etmek, ardından sa’y etmek, hac günleri gelince Arafat’a çıkmak, ardından Müzdelife’ye varmak, Mina’da şeytan taşlamak, tekrar ziyaret tavafı ve sa’yla devam eder. Görüldüğü gibi bu ibadette hep bir yerden başka bir yere intikal vardır. Hac, insan hayatının bir özeti gibidir. Çünkü hayat da anne rahminden başlayan bir yolculuktur. Allah’tan başlayan ve yine sonunda O’na varan bir yolculuk. Nitekim ayetlerde sık sık bu yolculuğa vurgu yapılır, böylece insan varacağı yeri unutmaması için uyanık tutulmaya çalışılır. Mesela Kur’an’da şu ifadenin tekrarlandığını
    görüyoruz: ‘Dönüş, ancak Allah’adır’ (bk. Nur, 24/42; Mü’min, 40/3.) Tavaf, Kabe’nin etrafında bir yürüyüştür, ama tavaf yapan hacının kalbi hep Allah’a yürür. O’nun rızasını arar. Sa’y etmek, Safa ve Merve tepelerine doğru bir seyirdir, ama burada hacının esas
    seyri Rabbinedir. Arafat vakfesi Mekke’den başlayan bir intikaldir, ancak esas intikal kalpte
    Allah’a doğru olur. Safa ve Merve tepelerine tırmanırken nefesimiz zorlanır gibi olur.
    Hayat yolculuğunda da zaman zaman yokuşları aşmak mecburiyetinde kalır, nefesimizin zorlandığını hissederiz. Ama mutlaka hayat şavtını tamamlamamız, ölü- me değin teslimiyet şuuruyla yolumuza devam etmemiz gerekir. (bk. al-i İmran, 3/102.) Hayat yolculuğu hep bir koşuşturmacadır. Ama zaman zaman durup dinleniriz, kendimizi hesaba çekeriz. Ne yaptık, ne yapıyoruz, ne yapacağız? Ve sonra kalkar yolumuza devam ederiz. Birini bitirir, öbürüne başlarız. Ama her halükarda sevgiyle, ümitle, teslimiyetle Rabbimize yürürüz. (bk. İnşirah, 94/7-8.) Hac yolculuğu da böyledir, Arafat’ta Müzdelife’de vakfelerde durur, geçmişimizi, geleceğimizi muhasebe ederiz. Ama vakfeleri tamamlar, haccın diğer menasikini yapmaya devam ederiz, Rabbimize olan yolculuğumuzu sürdürürüz. Hac ibadeti, görünüşte bir Müslüman’ın fiziksel olarak bir yerden başka bir yere göçmesidir. Ama esas göç, hacının iç dünyasında masivadan Allah’a yönelik olur. Allah’tan gelen insan yine O’na yürür. Nasıl ki tavafta başladığımız yere dönüyorsak, Allah’tan aldığımız ‘nefha’ ile hayata başladık, yine O’na döneceğiz. (bk. Hicr, 15/29; Bakara, 2/156.) Gönül hayatımızda hep Allah’a döneriz, sonunda da bütün varlığımızla zaten O’na döneceğiz. Aslında Allah’a yürüyüş, mümince
    bir hayatın temel özelliğidir. Ölüme değin devam eder. Ama bu, bütün ibadetlerde olduğu gibi hacda yoğunlaşır. Hacdaki menasik ve nafile ibadetler deruni hayatta kalıcı izler bırakır. Allah’ın huzurunda olma, müminin psikolojik dünyasını iyice sarar. Hayat bütün yönleriyle manevi bir renk, dini bir boyut kazanır. ‘Allah’a yapılan yolculuk’, bir baş- ka açıdan ‘Allah’la beraber’ olma yolculuğudur. ‘Maiyyet’ şuuruiçerisinde O’na doğru bir yürü- yüştür. Allah’ın bizimle beraber olması mümine verilebilecek en büyük müjdelerdendir. (bk. Hadid,
    57/4; Bakara, 2/153; Nahl, 16/128.) Allah’ın bizimle beraber olması, bizim Allah’ın murakabesi altında olduğumuz hissini yaşamamızdır. Hepimiz zaten Rabbimize yürüyoruz. ‘O’na yürüyüş’ ve ‘O’nunla beraber yürüyüş’ birbirinden ayrılmamalıdır. Çünkü ‘Allah’la beraber’ yürüyüş, ‘Allah’a yürüyüş’ün bir teminatıdır. ‘Allah’a olan’ yolculuk eğer ‘Allah’la beraber olma’ yolculuğundan kopuksa, bu yürüyüş insana bir fayda sağlamayacaktır.
    Aksine -Allah korusun- insanın hüsranıyla sonuçlanacaktır. Bu yürüyüşün esas gayesi, Allah
    Teala’yı ‘veli’ edinmek ve O’nun ‘velileri’ arasına girmektir. (bk. Yunus, 10/62; A’raf, 7/196.) O’nun dostları, kayırdıkları, koruduklarından olabilmektir. Ahiret’te de eşsiz şefkat
    ve merhametiyle O’nun ağırlamasına, selam ve esenlik temennilerine mazhar olabilmek (bk. Fussılet, 41/32; Yasin, 36/58.), ‘mukarrebin’den, Allah’a yakınlardan olma şerefine ermektir. (bk. Vakı’a, 56/11.) Hac yolculuğu, Kur’an’ı yeniden keşfetme imkanını sağlar. Çünkü Mekke ve Medine, vahyin doğduğu, büyüdüğü ve kemale erdiği yerdir. Bu beldeler Kur’an’a beşiklik etmiştir. O yüzden müminler, bu emin beldenin taşında, toprağında Kur’an’ı görür, Kur’an’ı yaşarlar. Göklerin, yerlerin, dağların, çöllerin vahiyle sarmaş dolaş olduğunu hissederler. adeta her taraftan onun kokusunu alırlar. Baktıkları her yer, onlara Yüce Kur’an’ı ve onun tebliğcisi Allah Rasulünü hatırlatır. Mukaddes yolculukta Kur’an’la olan ilişki, sadece hissi boyutta kalmaz, bilgi boyutuna geçer. Çünkü hacı adayı Kur’an’ın doğduğu ve tamamlandığı mekanda yaşamaktadır. Vahyin son hikayesinin yazıldığı yerlerde bulunmaktadır. Vahiy bu bölgede ete kemiğe bürünmüş ve Kur’an haline gelmişti. Kur’an bu topraklarda yeni bir hayat ve yeni bir medeniyet inşa etmiştir. Hacı adayı, burada Kur’an’la yeniden tanışır, vahyin nazil oluşunu yeniden keşfeder. Okudukça ayetlerdeki incelikler açıklığa kavuşur, saadet asrı zihninde bir başka canlanır.
     
  2. Lasey

    Lasey Admin

    Mekke’de Mekki ayetlere, Medine’de Medeni ayetlere yoğunlaşır. Böylece Kur’an’ı kendi yerinde, kendi yurdunda anlamanın farklılığını yaşar. Bedir, Uhut, Hendek ve Tebük savaşlarında Allah Rasulü’nün komutasında ilk Müslümanların verdiği destansı mücadeleden dersler çıkarır. Allah yolunda fedakarlığın ve adanmışlığın ne demek olduğunu yeniden keşfeder. O’nun katında yücelmenin ve ebedi saadete ermenin şifrelerini çözer. İlk İslam davetinin hatıralarının yaşandığı mekanları ziyaretinde ilgili ayetlerle irtibat kurar. Hudeybiye’de Fetih suresinin inceliklerine muttali olur. Uhut’ta al-i İmran suresinin ilgili ayetlerini tefekkür eder. Medine’de Tevbe suresi üzerinde yeniden düşünür. Hac vesilesiyle, müminin İslami
    hayatın aşkla yaşanacak bir hayat olduğu konusundaki kanaati kesinleşir. İslam’ın yayılması uğruna gösterdikleri eşsiz fedakarlıkları okuyarak ashabı tanımaya çalışır. Maldan ve candan geçmenin ne demek olduğu üzerinde yeniden düşünür. Böylece dinin muhabbetle
    bağlanmayı ve adanmayı gerektirdiği düşüncesi iyice pekişir. Burada tevhit, adalet ve esenlik uğrunda bir mücadele verilir. Toplumda bu değerlerin egemen olması hedeflenir. Mümin, ilham ve enerjisini böyle üst bir bilinçten ve davadan alır. Bu üst bilincin kesintiye uğramaması gerekir. Çünkü aksi bir durum, mümince heyecanının körelmesi ve tükeniş demektir. Onun nazarında hayat Allah yolunda bir ceht ve cihat,i’la-yı kelimetullah uğruna bir gayret ve fedakarlıktır RABLERİNİN emrini yerine getirmek ve rızasına nail olmak için uzun zamandan beri hacca müştak olan Müslümanlar; “Lebbeyk Allahümme
    lebbeyk” nidalarıyla arzın merkezi, şehirlerin anası Mekke’ye ve bu kutlu beldeyi anlamlı kılan Kabe’ye kavuşmak için yola revan oldular. Fakat bu yolculuk her zamanki gibi alelade bir yolculuk değildi. Yaratanın, peygamberi vasıtasıyla bize öğrettiği belli semboller
    ve bu remizlerin altında yatan ulvi manaların barındığı bir seferdi bu sefer. İlk olarak, dünyevi her şeyden soyunarak ve soyutlanarak insana ölümü hatırlatan ve ölümün değişmez beyaz giysisinin kadim parçaları izar ve ridaya büründü tüm müminler. Üzerindeki elbiseyi çıkararak beyaz bir bez parçasına sarınan Müslümanlar, dünyaya dair ne kadar ağırlık varsa onu da arkalarında bıraktılar. Bu külli soyunuş, ayağı çıplak başı açık mümine, tek menzilinin Rabbi olduğu gerçeğini hatırlattı. Dünya üzerinde sert adımlarla yürüyen insan böylelikle, vücudundaki tek bir kılı, tabiattaki bir tek otu bile koparamamanın zarafetine ulaşacak yolun ilk adımlarını arşınlamaya başlamış oldu. Yaptığı niyet ile Allah’a yönelip rotasını tayin eden ve ondan gayrı tüm yollara set çeken mümin, kıldığı ihram namazı ile yaratanın çağrısına icabet etmiş ve ardından getirdiği telbiye ile de bu kutlu seferi tescil ve tebşir etmiştir. Vatanından uzaklaşıp günde beş defa teveccüh gösterdiği, maddenin mana ile anlam kazandığı mekan olan Kabe’ye yaklaşan Müslüman için sevinç gözyaşı döktüğü bundan daha güzel ne olabilir ki… Yıllardır bekledikleri sevgiliye, Kabe’ye yaklaştıkça artan sevinç ve heyecan, onu ilk kez dünya gözüyle görmeyle artık tarifi imkansız bir hal almış ve bu duygu insanın tüm benliğini kaplamıştır. Dudaklardan dökülen hamd, şükür ve dua ifadeleriyle gözlerini Kabe’den alamayan Müslümanlar, tavaf alanına girip dünyanın farklı iklimlerinden gelen kardeşleri ile birlikte eşyanın ardındaki hakikatin en güzel tecellilerinden biri olan Haceru’lEsved’i selamlayarak, zerreden kürreye habbeden kubbeye her şeyin bir şey etrafında deveran ettiği hakikatinin en önemli tezahürü olan tavafa başladılar. Mültezem’e,
    Hicr’e ve Rükn-i Yemani’ye konuk olarak icra edilen tavafı oluşturan her bir şavt, kişinin kendi nefsine ve hakikat olan Rabbine dönüşünü ifade ediyordu.
    Tavafın ardından kılınan namaz ve içilen zemzem ile dünyevi cendereden çıkıp sükunet perdesinde karar kılan ruh, her türlü bela, musibet ve sıkıntının en güzel vekil olan Allah’a havale edilmesinin maruf sembolü Hacer validemizin teslimiyetini resmeden sa’y ile kemale ulaşmıştır. Safa ile Merve arasındaki koşuşturmada adeta kıyametin provasını yapan insan, her şeyden kaçıp uzaklaşmasına rağmen varacağı limanın tıpkı tavafta olduğu gibi Rabbi olduğunun idrakine varmış olarak aczini itiraf eder. Bununla birlikte, yine tavaf
    boyunca yapılan ıztıba ve remelde olduğu gibi sa’y sırasında yapılan hervele ile de kafirler ve zalimler topluluğuna karşı Müslümanca duruşun nasıl olması gerektiğini lisan-ı hal ile belli etmiş olur. İhram bezine bürünerek tavaf ve sa’yini yapan muhrim, saçından
    bir tutam kesmekle “zikrü’l-cüz iradetü’l-küll” (Belağat ilminde; bir bütünün parçasını zikredip bütünü kastetme sanatı) kabilinden, gerektiğinde başını da Allah yolunda feda edebileceğinin idrakinde olarak teslimiyet içerisinde ihramdan çıkar ve kendisine yasak olan fiiller artık mübah hale gelir. Kabe ve etrafındaki şiarlarla müşerref olan Müslümanlar bundan sonra, haccın kendisine has kılındığı, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in yüz bini aşkın Müslümana veda hutbesini irad ettiği ve Kabe’nin Rabbi Allah’ın sonsuz rahmet ve mağ- firetinin tecelligahı olan Arafat’a doğru yeniden ihrama girerek terviye günü yola koyuldular. Akşam olduğunda Arafat’taki çadırlarına yerleşen müminler tezekkür, tefekkür ve tedebbürde bulunarak geceyi ihya ettiler. Ardından da yaratanı bilip tanıma vakti arefe gününü anlamlı kılan, bilişme ve tanışmanın mekanında, gözyaşları ile yalvararak ve boyun eğerek tevbe-istiğfarda bulunup Rablerinden günahsızlık beraatini almak için
    vakfeye durdular. Güneşin batmasıyla bilişmenin yurdu Arafat’tan, şuurlanmanın diyarı Müzdelife’ye doğru akın akın ilerleyen bembeyaz bir yolculuk başlar. Gündüzün güneşinde
    Arafat’ı yaşayıp kulluğun zirvesine ulaşan mümin, gecenin karanlığında ise yine Rabbi huzurunda vakfede bulunarak günün muhasebesini yapma imkanı bulur. Takvayı azık edinen Müslüman, şeytanına atacağı taşları burada kendi elleriyle toplayıp heybesine koyarak takvanın yanına salih ameli de eklemiş olur.
    Müzdelife’nin ardından Hz. İbrahim’in Rabbine olan sadakatinin ve Hz. İsmail’in teslimiyetinin resmedildiği emniyet mekanı Mina’ya doğru kararlı bir yolculuk başlar. Saçı-başı toza toprağa karışmış muhrim, şeytana ve avanesine atacağı taşların, kendi benliğindeki günah kirini de beraberinde söküp atacağının şuurundadır. Şeytanı taşlamakla yaratanına bir adım daha yaklaşan insan, ihramlı iken bir karıncaya bile zarar veremezken Rabbinin emriyle kurban keserek kurbiyyetin şahikasına yerleşir. Her halükarda söz konusu Allah rızası olduğunda canını ve malını ortaya koyma konusunda
    hiçbir tereddüt yaşamayan mümin, kestiği kurbandan sonra saçlarını kazıtarak kendisinin de kurbanlık olduğunu İsmaili bir duruşla ortaya koyar. Artık bayramdır. Haccetmenin,
    hacı olma vasfına nail olmanın gönüllerde ve zihinlerde yarattığı bayram sevincinin yanında asıl bayram, haccı koruyarak bu kutsal yolculuğu kutlu bir ahiret yolculuğuna dönüştürmektir.